20 Mayıs 2012 Pazar

MEVLANA CELALEDDİN RUMİ





Mevlâna 30 Eylül 1207 yılında bugün Afganistan sınırları içerisinde yer alan Horasan Ülkesi’nin Belh şehrinde doğmuştur. Mevlâna’nın babası Belh Şehrinin ileri gelenlerinden olup, sağlığında “Bilginlerin Sultânı” ünvanını almış olan Hüseyin Hatibî oğlu Bahâeddin Veled’tir. Annesi ise Belh Emiri Rükneddin’in kızı Mümine Hatun’dur. Sultânü’I-Ulemâ Bahaeddin Veled, bazı siyasi olaylar ve yaklaşmakta olan Moğol istilası nedeniyle Belh’den ayrılmak zorunda kalmıştır. Sultânü’I-Ulemâ 1212 veya 1213 yılllarında aile fertleri ve yakın dostları ile birlikte Belh’den ayrıldı. Sultânü’I-Ulemâ’nın ilk durağı Nişâbur olmuştur. Nişâbur şehrinde tanınmış mutasavvıf Ferîdüddin Attar ile de karşılaştılar. Mevlâna burada küçük yaşına rağmen Ferîdüddin Attar’ın ilgisini çekmiş ve takdirlerini kazanmıştır. Sultânü’I Ulemâ Nişabur’dan Bağdat’a ve daha sonra Kûfe yolu ile Kâ’be’ye hareket etti. Hac farîzasını yerine getirdikten sonra, dönüşte Şam’a uğradı. Şam’dan sonra Malatya, Erzincan, Sivas, Kayseri, Niğde yolu ile Lârende’ye (Karaman) geldiler. Karaman’da Subaşı Emir Mûsâ’nın yaptırdıkları medreseye yerleştiler. 1222 yılında Karaman’a gelen Sultânü’/-Ulemâ ve ailesi burada 7 yıl kaldılar. Mevlâna 1225 yılında Şerefeddin Lala’nın kızı Gevher Hatun ile Karaman’da evlendi. Bu evlilikten Mevlâna’nın Sultan Veled ve Alâeddin Çelebi adlı iki oğlu oldu. Yıllar sonra Gevher Hatun’u kaybeden Mevlâna bir çocuklu dul olan Kerrâ Hatun ile ikinci evliliğini yaptı. Mevlâna’nın bu evlilikten de Muzaffereddin ve Emir Âlim Çelebi adlı iki oğlu ile Melike Hatun adlı bir kızı dünyaya geldi. Bu yıllarda Anadolunun büyük bir kısmı Selçuklu Devleti’nin egemenliği altında idi. Konya’da bu devletin baş şehri idi. Konya sanat eserleri ile donatılmış, ilim adamları ve sanatkarlarla dolup taşmıştı. Kısaca Selçuklu Devleti en parlak devrini yaşıyordu ve Devletin hükümdarı Alâeddin Keykubâd idi. Alâeddin Keykubâd Sultânü’I-Ulemâ Bahaeddin Veled’i Karaman’dan Konya’ya davet etti ve Konya’ya yerleşmesini istedi. Bahaeddin Veled Sultanın davetini kabul etti ve Konya’ya 3 Mayıs 1228 yılında ailesi ve dostları ile geldiler. Sultan Alâeddin kendilerini muhteşem bir törenle karşıladı ve Altunapa (İplikçi) Medresesi’ni ikametlerine tahsis ettiler. Sultânü’l-Ulemâ 12 Ocak 1231 yılında Konya’da vefat etti.

 

 Mezar yeri olarak, Selçuklu SarayınınGül Bahçesi seçildi. Halen müze olarak kullanılan Mevlâna Dergâhı’ndaki bugünkü yerine defnolundu. Sultânü’I-Ulemâ ölünce, talebeleri ve müridleri bu defa Mevlâna’nın çevresinde toplandılar. Mevlâna’yı babasının tek varisi olarak gördüler. Gerçekten de Mevlâna büyük bir ilim ve din bilgini olmuş, İplikçi Medresesi’nde vaazlar veriyordu. Vaazları kendisini dinlemeye gelenlerle dolup taşıyordu. Mevlâna 15 Kasım 1244 yılında Şems-i Tebrizî ile karşılaştı. Mevlâna Şems’de “mutlak kemâlin varlığını” cemalinde de “Tanrı nurlarını”görmüştü. Ancak beraberlikleri uzun sürmedi. Şems aniden öldü. Mevlâna Şems’in ölümünden sonra uzun yıllar inzivaya çekildi. Daha sonraki yıllarda Selâhaddin Zerkûbî ve Hüsameddin Çelebi, Şems-i Tebrizî’nin yerini doldurmaya çalıştılar. Yaşamını “Hamdım, piştim, yandım”sözleri ile özetleyen Mevlâna 17 Aralık 1273 Pazar günü Hakk’ ın rahmetine kavuştu. Mevlâna’nın cenaze namazını Mevlâna’nın vasiyeti üzerine Sadreddin Konevî kıldıracaktı. Ancak Sadreddin Konevî çok sevdiği Mevlâna’yı kaybetmeye dayanamayıp cenazede bayıldı. Bunun üzerine, Mevlâna’nın cenaze namazını Kadı Sıraceddin kıldırdı. Mevlâna ölüm gününü yeniden doğuş günü olarak kabul ediyordu. O öldüğü zaman sevdiğine yani Allah’ına kavuşacaktı. Onun için Mevlâna ölüm gününe düğün günü veya gelin gecesi manasına gelen “Şeb-i Arûs” diyordu ve dostlarına ölümünün ardından ah-ah, vah-vah edip ağlamayın diyerek vasiyet ediyordu. Hz. Mevlânâ’nın Vasiyeti: Size, gizlide ve açıkta Allah’tan korkmayı, az yemeyi, az uyumayı, az konuşmayı, isyan ve günahları terk etmeyi, oruç tutmayı, namaza devam etmeyi, sürekli olarak şehveti terk etmeyi, bütün yaratıklardan gelen cefaya tahammüllü olmayı, aptal ve cahillerle oturmamayı, güzel davranışlı ve olgun kişilerle birlikte bulunmayı vasiyet ediyorum. İnsanların en hayırlısı, insanlara yararı olandır. Sözün en hayırlısı, az ve anlaşılır olanıdır. “Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız! Bizim mezarımız âriflerin gönüllerindedir”.. Gel, gel, ne olursan ol yine gel, ister kafir, ister mecusi, ister puta tapan ol yine gel, bizim dergahımız, ümitsizlik dergahı değildir, yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel… Peygamber Aşığı Bir Allah Dostu: Hz. Mevlana MEN BENDE-İ KUR’ANEM EGER CAN DAREM MEN HÂK-İ REH-İ MUHAMMED MUHTAREM EGER NAKL KUNED CÜZ İN KES EZ GÜFTAREM BİZAREM EZ U VEZ AN SUHEN BİZAREM “BEN YAŞADIKÇA KUR’AN’IN BENDESİYİM BEN, HZ. MUHAMMED MUSTAFA’NIN YOLUNUN TOZUYUM BİRİ BENDEN BUNDAN BAŞKASINI NAKLEDERSE ONDAN DA ŞİKAYETÇİYİM, O SÖZDEN DE ŞİKAYETÇİYİM” Hz Mevlana Hz. Mevlana’nın Dilinden Naat-ı Şerif Ya Habiballah resul-i halık-ı yekta tüyi, Ber güzin-i Zülcelali pak-ü bihemta tüyi; Nazenin-i Hazret-i Hak sadr-ü bedr-i kainat, Nur-i çeşm-i Enbiya çeşm-i çerağ-i ma tuyi; Der şeb-i Mi’rac bude Cebrail ender rikab, Pa nihade ber ser-i nüh künbedi hazra tüyi; Ya resulallah tü dani ümmetanet acizend, Rehnüma-yi acizani bi ser-ü bi pa tüyi; Servi bostan-i risalet nev behar-i ma’rifet, Gülbün-i bağ-ı şeriat sünbül-i bala tüyi; Şemsi Tebrizi ki dared na’ti Peygamber ziber, Mustafa vü Mücteba an seyyid-i ala tüyi. Naat’ın Türkçesi: Ey Allah’ın sevgilisi! Eşsiz Yaratıcı’nın Elçisi sensin, Allah’ın kulları arasından seçtiği pak ve benzeri olmayan sensin; Ulu Allah’ın nazlısı, kainatın yüksek derecelisi ve tekemmül etmişi Peygamberlerin gözünün nuru bizim gözlerimizin ışığı sensin; Miraç gecesi “Cebrail” rikabında olduğu halde, Dokuz kat yeşil kubbenin üstüne ayak basan sensin; Ey Allah’ın Elçisi! Bilirsin ki ümmetlerin acizdirler, Başsız, ayaksız acizlerin yol göstericisi sensin; Peygamberlik bostanının selvisi, ma’rifet dünyasının ilk baharı, Şeriat bağının gül fidanı, yüce sünbül sensin; Şemsi Tebrizi* Peygamberin methini ezberlemiştir, Mustafa vü Mücteba, o yüksek Ulu sensin. *** Mevlevi Ayinlerinde okunan Naat: “Yâ Hazret-i Mevlana Hak dost, Ya Habiballah resul-i halık-ı yekta tüyi, Ber güzin-i Zülcelali pak-ü bihemta tüyi Dost Sultanım, Nazenin-i Hazret-i Hak sadr-ü bedr-i kainat, Nur-i çeşm-i Enbiya çeşm-i çerağ-i ma tuyi Ya Mevlana hak dost Şemsi Tebrizi ki dared na’ti Peygamber ziber, Mustafa vü Mücteba an seyyid-i ala tüyi Ya tabibel gulub ya Veliyallah Allah dost. Mevlevi Ayinlerinde okunan Naat’ın Türkçesi: “Ya Hazreti Mevlânâ Hak Dostu, Ey Allah’ın sevgilisi! Eşsiz Yaratıcı’nın Elçisi sensin, Allah’ın kulları arasından seçtiği pak ve benzeri olmayan sensin; Ulu Allah’ın nazlısı, kainatın yüksek derecelisi ve tekemmül etmişi Peygamberlerin gözünün nuru bizim gözlerimizin ışığı sensin; Şemsi Tebrizi Peygamberin methini ezberlemiştir, Mustafa vü Mücteba, o yüksek Ulu sensin. * not: Mevlâna, kendisi ile Şemsi Tebrizi arasında ayrılık ve gayrılık bulunmadığını göstermek için olmalı ki şiirlerinde hep Şemsi Tebrizi mahlasını kullanmıştır. Hz. Mevlana, Peygamber Efendimiz(sas)’i şu sözlerle anlatmıştır: PEYGAMBERLER SERVERİ, SAFÂ DENİZİ HZ. MUHAMMED Ey kardeş, Bir olan Allah’a ve Hz. Muhammed’e yapış da ten Ebu Cehil’inden kurtul! Allah’ın lütufları, Mustafa (a.s.)’a vaatlerde bulundu da dedi ki “Sen ölsen bile bu din, bu iman ölmez. Senin kitabını, mucizeni ben yüceltirim; Kur’ân’dan bir şey eksiltmeye, O’na bir şey katmaya yeltenen kişiye ben engel olurum. Ben seni iki cihanda da korurum. Sözünü kınayanları terk eder; onları hor, hakir bir hale koyarım. Hiç kimse Kur’ân’ı değiştirmeye kudret bulamaz; O’na ne bir şey ilâve edebilirler; ne O’ndan bir şey eksiltebilirler. Sen, benden daha iyi bir koruyucu arama!” (Ey Ahmed!) kim senin sofrandan başka bir sofraya giderse bil ki şeytan, onunla aynı kâseden yemek yer. Kim senin komşuluğundan kaçarsa şüphe yok ki, ona şeytan komşu olur. Bu devir, senin devrindir. Çünkü Kelîm olan Musa bile daima senin zamanını arzuladı. Musa, senin devrinin parlaklığını, o devirdeki tecelli sabahının zuhûrunu gördü de: “Yarabbi, o ne rahmet devri; o devir, rahmetten de ileri; o devirde güzellik var. Musa’nı denizlere daldır da Ahmed’in devrinde çıkar!” dedi. Ahmed, ümmetler “Yarabbi” desinler diye dünyada nice putlar kırdı. Ahmed’in çalışması olmasaydı sen de ataların gibi puta tapardın. O’nun ümmetler üzerindeki hakkını bil! Başın, puta secde etmekten, bunu bilesin diye kurtuldu. İncil’de Mustafa (a.s.)’nın, o peygamberler serverinin, o safâ denizinin adı vardı. Sıfatları, şekli, savaşı, oruç tutuşu ve yemek yiyişi anılmıştı. (Bir) Hıristiyan taifesi, o ad ve o hitap kendilerine ulaştığı zaman sevap için; O yüce adı öperler; o lâtif vasfa yüz sürerlerdi. Onlar, Ahmed adına sığındıklarından dolayı (şerlerden, fitnelerden) korundular. Ahmed’in adı böyle yardım ederse acaba nuru (insanı) nasıl korur ? O’nu görmek için bir uçtan diğer uca yedi kat gök, hurilerle meleklerle dolmuştu. Hepsi kendilerini, onun için bezemişti; fakat O’nda sevgiyle aşktan, sevgiliye meyil ve muhabbetten başka bir hevâ ve heves yoktu ki! (Ey Muhammed!) bu fanî cihandaki körleri katar katar çek! Ey takvâ sahiplerinin imamı, bu hayallere kapılanları makamına kadar götür! Doğru yolu gösterenin işi budur; sen de doğru yolu gösterensin; âhir zamanın yasına neşesin sen! (I/782, III/1197-1200, V/267, 268, II/355-358, 366-368, I/0727-730, 732, 737, 3950, 3951, IV/1470, 1472, 1471)




Hz. Mevlânâ’nın Vasiyeti:
Size, gizlide ve açıkta Allah’tan korkmayı, az yemeyi, az uyumayı, az konuşmayı, isyan ve günahları terk etmeyi, oruç tutmayı, namaza devam etmeyi, sürekli olarak şehveti terk etmeyi, bütün yaratıklardan gelen cefaya tahammüllü olmayı, aptal ve cahillerle oturmamayı, güzel davranışlı ve olgun kişilerle birlikte bulunmayı vasiyet ediyorum. İnsanların en hayırlısı, insanlara yararı olandır. Sözün en hayırlısı, az ve anlaşılır olanıdır. “Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız!
Bizim mezarımız âriflerin gönüllerindedir”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder