2 Nisan 2011 Cumartesi

Kanuni Sultan Süleyman (1495 - 1566)

Kanuni Sultan Süleyman (1495 - 1566)

Kanûnî Sultan Süleyman 27 Nisan 1495 Pazartesi günü Trabzon'da doğdu. Babası Yavuz Sultan Selim, annesi Hafsa Hatun'dur. Hafsa Hatun Osmanlı ya da Çerkezdir. Kanûnî Sultan Süleyman yuvarlak yüzlü, ela gözlü, geniş alınlı, uzun boylu ve seyrek sakallıydı.
Kanûnî Sultan Süleyman devri, Türk hakimiyetinin doruk noktasına ulaştığı bir devir olmuştur. Babası Yavuz Sultan Selim, onu küçük yaşlardan itibaren çok titiz bir şekilde yetiştirmeye başladı. Benzeri görülmemiş bir terbiye ve tahsil gördü. İlk eğitimini annesinden ve ninesi Gülbahar Hatun'dan (Yavuz Sultan Selim'in annesi) aldı. Yedi yaşına gelince tahsil için İstanbul'a, dedesi Sultan İkinci Bayezid'in yanına gönderildi. Şehzade Süleyman, burada Karakızoğlu Hayreddin Hızır Efendi'den tarih, fen, edebiyat ve din dersleri alırken, savaş teknikleri konusunda da öğrenim görüyordu.
15 yaşına kadar babası Yavuz Sultan Selim'in yanında kalan Şehzade Süleyman, kanunlar gereği sancak istemesi üzerine, önce Şarki Karahisar'a oradan da Bolu, kısa bir süre sonra da Kefe sancakbeyliğine tayin edildi (1509). Yavuz Sultan Selim'in 1512 de tahta geçmesi üzerine İstanbul'a çağırılan Şehzade Süleyman, babasının kardeşleriyle mücadeleleri sırasında İstanbul'da kalarak babasına vekalet etti. Bu sırada Saruhan sancakbeyliğinde de bulundu. Babası Yavuz Sultan Selim'in ölümü üzerine, 30 Eylül 1520'de 25 yaşındayken Osmanlı tahtına geçti.
Kendisinden başka erkek kardeşi olmadığı için tahta geçişi kolay ve çatışmasız oldu. Çok ciddi ve kendinden emin bir padişah olan Kanûnî Sultan Süleyman, azim ve irade sahibiydi. Yapacağı işlerde hiç acele etmez, gayet geniş düşünür ve verdiği emirden asla geri dönmezdi. İş başına getireceği adamlara, kabiliyet derecelerine göre görev verirdi. Zigetvar kuşatmasını idare ederken, 7 Eylül 1566 yılında 71 yaşında vefat etti.
Kendisine "Kanûnî" denmesi, yeni kanunlar icad etmesinden değil, mevcut kanunları yazdırtıp çok sıkı bir şekilde tatbik etmesinden dolayıdır. Kanûnî Sultan Süleyman adaleti seven bir padişahtı. Mısır'dan gelen vergiyi haddinden fazla bulup, yaptırdığı araştırma sonunda halkın zulme uğradığını düşünmesi ve Mısır Valisini değiştirmesi bunun açık kanıtıdır. Kanûnî Sultan Süleyman, tahta çıktığı sırada Osmanlı Devleti dünyanın en zengin ve en güçlü devleti konumundaydı. Babasının ölümü ve kendisinin padişah olması, "Arslan öldü, yerine kuzu geçti" diye düşünen Avrupalıları sevindiriyordu. Ancak Avrupalılar, çok geçmeden hayal kırıklığına uğradılar.
İÇ İSYANLARKanûnî Sultan Süleyman, padişahlığının ilk yıllarında bazı iç isyanlarla uğraştı. Mısır'ın fethinden sonra Yavuz Sultan Selim'in Şam Valisi olarak atadığı Canbirdi Gazeli'nin çıkardığı isyan bunlardan ilkidir. Amacı Memlük devletini yeniden kurmak olan Canbirdi Gazeli, 1521 yılının Ocak ayında Dulkadiroğullarından Şehsuvaroğlu Ali Bey komutasındaki Osmanlı kuvvetleri tarafından bozguna uğratılarak yakalandı ve idam edildi. Kanûnî Sultan Süleyman, sonraki yıllarda yine Mısır'da sadrazamlık hakkının kendisinde olması gerektiğini savunan Ahmet Paşa, Anadolu'da Safevilerin desteğiyle ortaya çıkan Kalender Çelebi ve vergi sistemini bahane ederek ayaklanan Baba Zünnun (1527) isyanlarıyla uğraştı. Çıkan tüm bu isyanlar Osmanlı kuvvetleri tarafından başarıyla bastırıldı.
BELGRAD'IN FETHİ
Kanûnî Sultan Süleyman tahta çıktığında Avrupa'nın en güçlü devleti Roma-Germen İmparatorluğu (Almanya) idi. Almanya İmparatoru Şarlken Macaristan'a hakim olmak için Macar kralı ile yakın akrabalık ilişkileri kurmuştu. Macar Kralı İkinci Lui, Şarlken'e güvenerek vergilerini ödemiyor kendisine gönderilen Osmanlı elçilerini öldürtüyordu. Fatih Sultan Mehmed, Avrupa'da düzenlediği seferlerde Sırbistan'ı almıştı. Ancak stratejik bir öneme sahip Macaristan alınamamıştı. Kanûnî Sultan Süleyman Macaristan'ı almak üzere harekete geçti. Belgrad, karadan ve Tuna ırmağındaki Osmanlı donanması tarafından kuşatıldı. Şehir, gayet iyi savunulmasına rağmen teslim olmak zorunda kaldı (29 Ağustos 1521). Belgrad Muhafızlığına Balı Paşa getirildi. Bu sefer sonunda İstanbul'a gönderilen bazı Belgradlılar kurulan Belgrad köyüne yerleştirildi. Belgrad'ın fethi, Kanûnî Sultan Süleyman'ın ilk fethidir. Belgrad, bundan sonraki yıllarda Osmanlı Devleti'nin Avrupa'ya açılan en büyük kapısı oldu. Bu sebeple Belgrad'a "Darü'l-cihad" denildi.
ŞARLKEN ve AVRUPAAlman İmparatoru Şarlken'in amacı tüm Avrupa'da hakimiyet sağlamaktı. Şarlken, fikirlerine karşı çıkan Fransa Kralı Fransuva'yı esir aldı. Fransa Kralının annesi Düşes Dangolen, Kanûnî'ye bir mektup yazarak yardım istedi. Bunun üzerine Kaptan-ı Derya Barboros Hayreddin Paşa Fransa'nın Akdeniz kıyısındaki şehri Nis'e giderek Şarlken'in donanmasını yendi. Hem Fransa'yı hem de Fransuva'yı kurtardı.
MOHAÇ SAVAŞI
Şarlken'in büyük bir tehlike olmaya başladığını gören Kanûnî Sultan Süleyman, Fransuva'nın da ısrarı üzerine Şarlken'e karşı savaş açmaya karar verdi. Osmanlı ordusu Tuna nehrini geçerek Macaristan'a girdi. 29 Ağustos 1526'da Macar ordusuyla Mohaç'ta yapılan savaşta Macar ordusu iki saatte dağıldı. Mohaç Savaşı parlak ve şanlı bir zaferle neticelendi. Budin (Budapeşte) alındı. Macaristan, Osmanlı Devletine bağlı bir krallık haline geldi ve başına Macar soylularından Jan Zapolya getirildi.
VİYANA KUŞATMASI
Macaristan'ın Türkler tarafından fethi Avusturya ile Türkleri karşı karşıya getirdi. Mohaç Savaşı'ndan sonra Macaristan bir tampon bölge haline gelmişti. Avusturya Arşidükü Ferdinand, Macaristan'ın Osmanlı hakimiyetine girmesini istemiyordu. Ferdinand, Şarlken'in de desteğiyle Jan Zapolya'yı tanımadı ve Budin'e girdi. Karşı sefere çıkan Kanûnî Sultan Süleyman Budin'i geri aldı. Savaşmayı göze alamayan Ferdinand ve Şarlken Avusturya'nın başkenti Viyana'ya kaçtılar ve Viyana kuşatıldı (26 Eylül 1529). Kış mevsimi yaklaştığı için 16 Ekim günü kuşatma kaldırıldı. Osmanlı Devleti, Viyana kuşatmasından bir sonuç elde edememesine rağmen, Macaristan'daki durumunu güçlendirmiş ve Avrupa'nın karşı saldırı yapmasını engellemiştir. Macaristan üzerindeki emellerinden vazgeçmeyen Ferdinand, Kanûnî'ye bir elçi göndererek Macaristan'ın kendisine verilmesini istedi. Buna karşılık vergi vermeyi kabul ediyordu. Bu talebi karşısında olumsuz cevap alan Ferdinand Budin'i kuşattı.
MACARİSTAN SEFERLERİ
Kanûnî Sultan Süleyman, bunun üzerine Almanya seferine çıktı. Budin'i geri alıp Estergon'a kadar ilerleyen Osmanlı kuvvetleri, Avusturya ve Almanya içlerine akınlar düzenledi. Yedi ay süren Almanya seferi sırasında Avusturya'da bir çok kasaba, şehir ve kale fethedildi. Avusturya, yapılan bu savaşlar sonunda harap ve bitkin bir hale geldi. Bunun üzerine Ferdinand barış istedi. İmzalanan İstanbul Antlaşması ile Ferdinand ve Şarlken'in hem Macaristan hem de tüm Avrupa'yı ele geçirme çabaları sonuçsuz kaldı (22 Temmuz 1533). Ferdinand'ın Macaristan üzerinde ki emellerinden vazgeçmeye niyeti yoktu. Jan Zapolya ölmüş, yerine oğlu Sigismund geçmişti. Bundan istifade eden Ferdinand Budin'i kuşattı. Bunun üzerine 1540 yılında Kanûnî tekrardan Macaristan seferine çıktı ve çok güçlü bir orduyla birlikte Budin'e girdi. Sigismund'u Erdel Beyliği'ne atadı ve Macaristan'ı Osmanlı Devleti'ne bağlı Budin eyaleti haline getirdi. Süleyman Paşa bu bölgenin beylerbeyliğine atandı. Avusturya'nın elinde sadece kuzey Macaristan kaldı. Kanûnî döneminin önemli siyasi olaylarından olan Osmanlı-Macaristan, Almanya, Avusturya ilişkileri Kanûnî'nin ölümüne kadar devam etti.
ZİGETVAR KALESİAnadolu'daki iç isyanlarla ve Doğu'da İran Devleti ile uğraşan Kanûnî Sultan Süleyman, 1566'da son seferine yine Macaristan üzerine çıktı. Zigetvar kalesi kuşatıldı, ancak kuşatma devam ederken Kanûnî Sultan Süleyman vefat etti. Osmanlı Devletini zaferden zafere taşıyan Kanûnî Sultan Süleyman'ın ölüm haberine rağmen kale fethedildi (7 Eylül 1566).
KAPİTÜLASYONLARİlk defa 1352 yılında Cenevizlilere verilen Kapitülasyonlar, darülharb kabul edilen yabancı ülke tüccarına Osmanlı topraklarında ticaret yapma hakkı veriyordu. Ancak Osmanlı Devleti ticaret imtiyazlarını siyasi ve diplomatik menfaatleri çerçevesinde kullanarak ittifak yapacağı devletlere vermişti. 1535 yılında Fransa ile dostluk havası içerisinde iken Fransızların hazırladığı Kapitülasyon taslağı Osmanlı padişahınca tasdik edilmemişti. Bu taslağa göre eşit şartlar ve mütekabiliyet esası getiriliyordu. Halbuki Osmanlı Devleti padişahın tek taraflı yemini "Ahdi" ile verildiğinden Ahidname diye adlandırılmıştı ve her padişah değiştiğinde yenilenmesi gerekiyordu. İlk Fransız Kapitülasyonu, Kıbrıs seferi öncesinde 1569 yılında verildi. Katolik dünyasına ve Papa ambargosuna karşı ittifak sağlamak için Protestan olan İngiltere'ye 1580'de, Hollanda'ya 1612'de Kapitülasyonlar verildi.
Kapitülasyonlarda ticaret yapma hakkının yanı sıra, tüccarın hakları, gümrük vergileri, mahkeme usülleri, yol izinleri, emniyetlerine dair hususlar detaylı olarak belirtildi. Osmanlı devleti zayıfladıkça Kapitülasyon verilen devletlerde giderek çoğaldı ve bunu bir baskı aracı haline getirdiler. Birinci Dünya Savaşı'nın ilanı ile birlikte 1914 yılında tüm protestolara rağmen Kapitülasyonlar tek taraflı olarak kaldırılmıştır.
OSMANLI ve SAFEVİLERKanûnî Sultan Süleyman Avrupa'da başarılar kazanırken, Anadolu'da iç isyanlar baş göstermiş, İran'da ise yıkılan Akkoyunlu devletinin yerine kurulan Safevi Devleti, doğuda Osmanlı İmparatorluğu için ciddi tehlike olmaya devam etmişti. Kanûnî Sultan Süleyman, Avrupa'da İstanbul Antlaşmasıyla geçici de olsa barışı sağladıktan sonra, İran üzerine ilk seferine çıktı. Safevi Devletinin izlediği düşmanca politikalar ve Anadolu'da yaşayan Şiileri kışkırtmaları bu seferin düzenlenmesine neden oldu. Tebriz, Azerbaycan ve Hamedan istila edildi. Irakeyn seferiyle de Bağdat alındı(1534).
Kanûnî'nin Avusturya'ya sefer düzenlemesinden yararlanmak isteyen Safevi Şahı Tahmasb, kardeşinin Osmanlılara sığınmasını da bahane ederek, Tebriz, Nahçıvan ve Van'ı ele geçirdi. Bunun üzerine Kanûnî Sultan Süleyman ikinci defa İran seferine karar verdi. Çıkılan İran Seferinden Van ve Tebriz geri alınarak dönüldü (1548). Safeviler 1553 tekrar saldırıya geçtiler. Doğu Anadolu'da ilerleyen düşman kuvvetleri Muş'a kadar gelip Erzurum'u kuşattılar. Kanûnî Sultan Süleyman üçüncü İran seferine çıktı. Revan, Nahçıvan ve Karabağ alındı. Zor duruma düşen Şah Tahmasb'ın isteği üzerine barış yapıldı ve Amasya Antlaşması imzalandı(1555).
Bu antlaşmayla, Yavuz döneminden beri süren İran sorunu çözüme kavuştu. Doğu Anadolu, Tebriz ve Bağdat Osmanlı hakimiyetinde kaldı. Amasya Antlaşması Osmanlı İmparatorluğu ve İran arasındaki ilk resmi antlaşmadır. Ayrıca İslam dünyasında yapılan ilk din barışı özelliği de taşımaktadır.
RODOS'UN FETHİAvrupalılar Akdeniz'deki Rodos, Kıbrıs, Girit, Malta gibi adalara hakim olmuşlar, açık denizlerde keşifler yapmışlar ve denizlerde güçlerini arttırmışlardı. Kanûnî döneminde denizciliğe önem verildi ve büyük başarılar elde edildi. Kanûnî döneminde Rodos adası, Sen Jan şövalyelerinin elindeydi. Şövalyeler korsanlık yapıyor, Türk donanmasına zarar veriyorlardı. 1522 yılında düzenlenen seferle Rodos fethedildi.
CEZAYİR'İN OSMANLIYA KATILIŞI
Cezayir 1516'da Baba Oruç ve kardeşi Hızır Reis(Barbaros) tarafından İspanyollardan alınmıştı. 1518'de Barbaros, Cezayir'in hükümdarı olmuştu. Daha önce Yavuz bu iki denizcinin kendisinden yardım istemesi üzerine onlara iki kadırga ve levent vermişti. Kanûnî, Barbaros Hayreddin Paşa'yı İstanbul'a çağırdı ve Kaptan-ı Deryalığa getirdi(1533). Böylece, Cezayir Osmanlı topraklarına katıldı. Barbaros Ege denizinde Venediklilerin elinde bulunan adaları aldı.
PREVEZE DENİZ ZAFERİOsmanlıların Akdeniz'de kuvvetlenmeleri ve tüm Ege denizine hakim olmaları Avrupa'yı telaşlandırmıştı. Ayrıca devam eden Avusturya ve Macaristan seferleri büyük bir Haçlı donanması hazırlanmasına neden oldu. Andrea Doria komutasındaki Haçlı donanmasında Venedik ve Cenevizlilerden başka Malta, Portekiz ve İspanya'ya ait gemilerde bulunuyordu. Haçlı donanması 602, Osmanlı donanması ise sadece 122 parçaydı. Preveze körfezinde 27 Eylül 1538'de yapılan savaşta Barbaros Hayreddin komutasındaki Osmanlı donanması büyük bir zafer elde etti. Tarihe Preveze Deniz Zaferi olarak geçen bu savaş sonunda Akdeniz bir Türk Gölü haline geldi.
TRABLUSGARB'IN ALINMASIŞarlken, Trablusgarb'ı aldıktan sonra buraya Sen Jan Şövalyelerini yerleştirmişti. Barbaros'un Preveze Deniz Zaferini kazanması ve Venediklilerin Osmanlılarla barış imzalamaları Şarlken ve Papa'yı kızdırmıştı. Hazırlanan Haçlı donanması Cezayir'e saldırdı ancak Osmanlı donanması karşısında bozguna uğradı(1541). Barbaros'un yetiştirdiği Turgut Reis Trablusgarb'ı karadan ve denizden kuşatarak aldı. Ayrıca bu seferle Bingazi de Osmanlı ülkesine katıldı (1551).
CERBE SAVAŞI
Turgut Reis'in İspanyollar'ın elinde bulunan Cerbe adasını kuşatması üzerine Andrea Doria komutasındaki bir Haçlı donanması İspanyollara yardıma geldi. Yapılan Cerbe Deniz Savaşında büyük bir zafer kazanıldı. Cerbe Osmanlılara geçti (1559).
MALTA SEFERİRodos'un fethinden sonra Malta'ya yerleştirilen Sen Jan şövalyeleri Osmanlı için bir tehlike oluşturuyordu. Trablus ve Cezayirin güvenliği için Malta'nın alınması gerekiyordu. Yapılan kuşatma sırasında Turgut Reis şehit oldu. Malta alınamadı(1565).
HİNT SEFERLERİCoğrafi keşiflerden sonra sömürge arayışları başlamış, Portekiz ve İspanya pek çok sömürge elde etmişlerdi. Portekizliler Kızıldeniz ve Hint ticaret yollarına hakim olmaya çalışıyorlardı. Ümit Burnunun bulunması, Osmanlıların baharat ticaretine de büyük darbe vurmuştu. Kanûnî Sultan Süleyman döneminde bu sebeplerden ötürü, dört kez Hint deniz seferi düzenlendi. Ancak Osmanlı donanmasının okyanus şartlarına uygun olmaması yüzünden bu seferlerden hiçbirisinde tam başarı sağlanamadı. 1551 yılında düzenlenen İkinci Hint Seferinde Osmanlı donanmasının başında Piri Reis vardı. Türk Denizcilik tarihinde önemli bir yere sahip olan Piri Reis, bu sefer sırasında Maskat'ı almış ve Portekiz donanmasını büyük bir bozguna uğratmıştı. Ancak, Portekizlilerin Basra Körfezini kapatacaklarını düşünerek, donanmayı Basra'da bırakıp ganimetlerle geri döndüğü için Piri Reis Mısır'da idam edilmiştir. Ancak yine de Yemen, Eritre, Sudan sahilleri ve Habeşistan'ın bazı kısımları Osmanlı topraklarına katıldı. Arap yarımadası tamamen Osmanlı denetimine girdi. Kızıldeniz yabancı güçlere kapatılarak Osmanlı egemenliği sağlandı.
İMAR ÇALIŞMALARI (MİMARİ)Kanûnî Sultan Süleyman 46 yıl saltanatta kaldı. Babası Yavuz Sultan Selim'den 6.557.000 km kare olarak devraldığı Osmanlı topraklarını 14.893.000 km kareye çıkardı. Kanûnî Sultan Süleyman döneminde imar faaliyetleri devam etti ve ilk iş olarak babası Yavuz Sultan Selim tarafından temelleri atılan İstanbul Sultan Selim Camii'ni tamamladı. Bunun dışında yaptırdığı eserlerden bazıları şunlardır; Gebze'de Çoban Mustafa Paşa Camii ve Külliyesi, Afyon Sincanlı Sinan Paşa Camii, Bozöyük Kasım Paşa Camii.
MİMAR SİNANOsmanlı imparatorluğunun en parlak devrinin büyük mimarı ve dünya çapında bir sanatkar olan Mimar Sinan, Kanûnî Sultan Süleyman döneminde bir çok eserler verdi. Bunlardan en önemlileri şunlardır; Halep Hüsrev Paşa Camii, İstanbul Haseki Külliyesi, İstanbul Şehzade Camii ve Medresesi, Üsküdar Mihrimah Camii, İstanbul Süleymaniye Camii ve Külliyesi, Tekirdağ Rüstem Paşa Camii ve Külliyesi, Silivri Kapı İbrahim Paşa Camii, İstanbul Rüstem Paşa Camii, İstanbul Sinan Paşa Camii, Topkapı Kara Ahmet Paşa Camii ve Külliyesi, Fındıklı Molla Çelebi Camii, Babaeski Semiz Ali Paşa Camii, Büyükçekmece Kanûnî Sultan Süleyman Külliyesi ve Köprüsü, Süleymaniye Tekkesi. Büyük bir devlet adamı olan Kanûnî Sultan Süleyman aynı zamanda ünlü bir şairdi. Meşhur şiirlerinden birisi şudur: "Halk içinde muteber bir şey yok devlet gibi, Olmaya devlet cihanda, bir nefes sihhat gibi. Saltanat dedikleri bir cihan kavgasıdır, Olmaya baht ü saadet dünyada vahdet gibi".

 ayrıca,,,,,,,,

Kanuni Sultan Süleyman’ın kızı Mihrimah Sultan on yedisine bastığında, iki kişi onunla evlenmek ister.

Mihrimah, yani Mihrü Mah, Farsca’da “Güneş ve Ay” anlamına gelir. Kızla evlenmek isteyenlerin biri Diyarbakır Valisi Rüstem Paşa diğeriyse Mimar Sinan’dır.

Padişah kızını Rüstem Paşa’ya verir.
...
Koca Sinan evlidir, ellisindedir ve de Mihrimah Sultan’a deliler gibi aşıktır!
Gerçi sevdiğine kavuşamamıştır ama, aşkını, olanca güzelliğiyle sanatına yansıtmıştır.

Üsküdar’a, Saray’ın isteğiyle elbet, 1540 yılında Mihrimah Sultan Camii’nin temelini atar ve 1548’de bitirir.

Camiyi yaparken, eserine sanki “etekleri yerleri süpüren bir kadının” dış çizgilerini verir.

Derken, ilk kez padişah fermanı olmaksızın, Edirnekapı’da, pek kimselerin uğramadığı ıssız ama İstanbul’un en yüksek tepelerinden birine, ikinci bir eser yapmaya koyulur Mihrimah Sultan’a.

Cami küçücüktür.

Minaresi otuz sekiz metredir, bir adet incecik kubbesi üzerindeyse yüz 61 pencere, camiin iç güzeliğini aydınlatır.

İçerdeki sarkıtlar ve minare kenarlarındaki işlemeler Mihrimah Sultan’ın topuklarını döven saçlarını anımsatır insana.

İşte, aşka adanmış iki eser.

Şimdi, gidin Edirnekapı ve Üsküdar’daki camileri aynı anda görebileceğiniz bi yer seçin ve 21 Mart’ta, yani geceyle gündüzün eşit olduğu günde seyreyleyin.

Unutmadan, 21 Mart Mihrimah Sultan’ın doğum günüdür.

Göreceğiniz manzaraysa şudur;

Edirnekapı camiinin tek minaresi ardından tepsi gibi kıpkırmızı güneş batarken, Üsküdar’daki camiinin ardından ay doğar!

Mihrü Mah eşittir Güneş ve Ay.
Bu nasıl akıllara ziyan bir hesaplamadır; nasıl bir güzellik anlayışıdır ....

Kanuni Sultan Süleyman'ın Hanımları ve Çocukları

Yılmaz Oztuna; Kaanuni'nin zevcelerinin sayısını, dört tane olarak gösterir ve bunlardan 1496'da doğup , 1550'de vefat eden ve adı bilinmeyen ancak, Mahmud adlı bir şehzadesi bulunan ve kendi makberi Şehzade camiinde bulunan bir ha­nımdan haber verir.
1499'da Bursa'da doğmuş Abdullah kızı Mahi Devran Haseki, 1581'de 82 yaşında ölmüştür. Evliliği 52 sene sürmüşse de, bunun fiili olmadığını Mahi Devran Haseki'nin 1534'den sonra oğlunun yanında yaşadığını bildi­riyor. 1553'de yerleştiği Bursa'da, 28 sene muammer olmuş ve oğlu Şehzade Mustafa'nın türbesine defnolunmuştur.
Kaanuni'nin 3. hanımı ise; Gülfem Hatun adlı 1497'de İstanbul'da doğmuş, 65 yaşında olduğu halde yine İstanbul'da vefat eden bu zevcesi 51 sene süren izdivaç müddetiyle görülüyor ki evliliği 14 yaşındayken vukubulmuştur. Muraâd adlı bir şeh­zadesini babası boğdurtmuştur.
Dördüncü Hatun ise; Hurrem Haseki Sultandır. 1506'da İstanbulda doğmuştur. Ortodoks bir rahibin kızıdır, Müslüman olmadan önceki esas adı Aleksandra Lisovska'dır ve Roksalan'da denmektedir. Evlendi­ğinde oda 14 yaşında olup, 38 yıl dünyanın en büyük devlet başkanının hanımı olarak yaşamıştır. 1558'de vefatın da Süleymaniye Camiindeki türbesine gömüldü. Muhteşem Kaanuni'ye dört şehzade bir Sultanhanım doğurdu. Kızı Mihrimah olup, erkek çocukları, Mehmed, Selim, Bayezid, Cihan­gir ve Abdullah adlı şehzadelerdi. Çok hayrat yaptırmıştır. Mimar/Sinan'ı çok çalıştırmıştır.
Bir de Uluçay'a göz atalım ,bakalim bu hususda neler yazmış!
Uluçay bey, Hurrem Sul­tan, Mahidevran ve Gülfem Hatundan bahsetmekle beraber adı bilinmeyen hanımdan bahsetmez ancak Kaanuninin baş­ka eşleri olabileceğimde beyan eder. Gülfem Hatun'unsa öldurulduğunu yazar. Ancak kabir taşında şehide-i saide yazı­yor olması yâni kutlu şehid mânasına gelen bu ifadenin kötü bir eylemin sahibi olmadığını akla getiriyor. Hurrem Sultan hakkında uluçay menşei hakkında pek çok çeşit rivayet ileri sürmüştür. Ancak İstanbul'da doğdu dememiştir. Mahidevran hatunun, Hurrem Sultan ile hayli didiştiği ancak galibiyetin Hurrem'de kaldığı, su götürmez.
Kaanuni'nin kızlarına gelince uluçay, Mihrimah hanımsultan'ın ve Raziye hanımsultan'ın kızından başka kız yazma­maktadır. Mihrimah Sultan Kaanuni'nin tek kızı olduğu husu­su, Yahya Efendiye ait türbede medfun ve kabir taşında "Ta­sasız Raziye Sultan Kaanuni Sultan Süleyman kerimesi ve Yahya Efendinin mânevi kızı" olduğu yazılı olması böylece bir tashihe uğramış oluyor.
Bunun yanında Mihrimah Sultan'in İstanbul'da 1522'de doğduğu ve 25/ocak/1578'de Istanbulda vefat babasının türbesine defnolunmuştur. Çok hayırhah bir hanımdır. Edirnekapı'daki Sinan yapısı Camii bu hanımsultan yaptırmış ve adıyla anılmaktadır. İzdivacı 1539'da Rüstem Paşa ile olmuş­tur. Rüstem Paşa daha sonra sadrıazam yapılmıştır. Hurrem Sultan-Mihrimah ve Rüstem Paşa Kaanuniden sonra, padi­şah olması muhtemel olan şehzade Mustafa'yı ki bu şehzade Mahidevran hatunun oğludur saf dışı bıraktılar. Mustafa'nın boğdurulmasın da payları olduğu rivayeti vardır. Sevilen şeh­zadenin katlini, bu üçlünün işi olarak tahmin eden askerin tatmini için ve belki de evlâdının zayiinde dahli olduğunda şüphesi olduğundan olabilir. Rüstem Paşayı sadaretten azlet­ti. Mihrimah Sultan daha sonra annesi Hurrem Sultan'ın ve­fatı üzerine, babası Kaanuni'nin, dert ortağı olduğu görüldü. Babasından sonra Osmanlı tahtına geçen 2. Selim ve onun oğlu 3. Murad zamanında da pek saygı gördü ve Hâla Sultan diye lakablandı.
Hemen ilâve edelimki Üsküdar'da İskele camii diye konuşulması tercih edilen camiin asıl adı ve yaptıranı bu Mihri­mah Sultandır. Dünyanın hayran olduğu padişah Kaanuni Sultan Süleyman baba olarak çok müşfik olmakla beraber devlet reisi olması hasebiyle devletin âli menfaati hususunda pek realist bir anlayış sahibidir.
Kırkaltı yıl süren devrinin bir evlâddan ziyade devlet reisi olacak anlayışıyla yetiştirilen şehzadeler, bu uzun saltanat dönemini sabırla bekleme gücünü gösteremediler. Şehzade katliyle bu padişahı suçlayanlar, hiç de şehzadelerin sabırsız­lığını göz önüne almadılar ve târih yorumlarını yaptıkları isti­kamet tabiatıyla doğru bir neticeye varamadı.
Yılmaz Öztuna değerli eseri Devletler ve Hanedanlar adlı çalışmasında Kaanuni'nin erkek evlâd sayısını onbeş olarak göstermektedir. Bizde bu bilgileri özetlemek suretiyle aktara­lım efendim:1512'de doğup, 1521'de 9 yaşında ölen Mah-mud, 1515'de doğan ve Konya Ereğli'de 6/kasım/1553 ba­bası tarafından boğdurulan, Mustafa, Amasya'da 1526'da doğup, Bursa'da 1533'de boğdurulan Mehmed, sadece Ölüm târihi bilinen Konya'da medfun Ahmed, 1521'de İstanbul'da doğup, 22 yaşında 1543'de Manisa'da Çiçek hastalığından ölen Mehmed, bebekken ölen Abdullah, 1524'de doğan ve bilahire 2. Selim unvanıyla tahta çıkan Selim, 1525'de do­ğup, 1562'de Kazvin'de İran Şahına verilen sipariş üzerine öldürttürülen Bayezİd, 1543'de Kütahya'da doğup, Kaz­vin'de 1562'de Şah'ın marifetiyle boğdurulan Orhan, yine Kütahya, Kazvin hattı içinde 1545 doğum, 17 yaşında 1562'de boğdurulan Osman, aynı hatta 14 yaşında öldürülen Abdullah, 3 yaşında Bursa'da boğdurulan Mehmed, İs­tanbul'da 1531'de doğup, Ağabeyi veliahd Mustafa'nın ida­mında geçirdiği şok'a bağlı olarak vak'adan 21 gün sonra 27/kasıml553'de vefat eden Cihangir ki İstanbuldaki Cihangir semti bu şehzadenin adına kurulmuştur. 1554'de doğup, sekiz yaşında 1562'de vefat ettiği bilinen ve hakkında başka bilgide bulunmayan Orhan'ı böylece sizlere naklettik..

Şehzade Mustafa'ya idam fermanı çıktı

Hürrem'in stratejisi ağır ama sağlam bir şekilde hayata geçiyordu. Sıra, önündeki en büyük engele gelmişti; Kanuni'nin oğlu Şehzade Mustafa'ya... Plan önceden yapılmış ve tıkır tıkır işlemişti. Hürrem Sultan'ın uzun zamandır beklediği günler gelip çatmıştı nihayet. Topkapı sarayındaki geniş yatağına uzanırken hafifçe gülümsedi. Akrep dişlerini çıkarmış yelkovanı ısırmak üzereydi... Aynı gün, Konya Ereğlisi'nde, babasının kurduğu Otağ-ı Hümayun'a doğru yol alıyordu veliaht Şehzade Mustafa. Biraz düşünceliydi.
Amasya'dayken babası Kanuni Süleyman'ın gönderdiği haberi almıştı. Hemen Konya Ereğlisi'nde olması isteniyordu. Babasının bu kadar acil olarak kendisini görmek istemesinin nedenini bulmaya çalışıyordu.

ÖLÜM SESSİZLİĞİ

Otağ'a varıp onun çadırına doğru ilerlerken, çevredeki sessizlik çekmişti dikkatini... Bunun bir ölüm suskunluğu olduğunu çadırın içine girince anlayacaktı. Onu babası yerine iki cellat karşıladı. İşte o an anladı Mustafa; Pek çok Osmanlı şehzadesinin başına gelen ve ona uykusuz geceler yaşatan kabus ile yüz yüzeydi artık. Boşuna çırpınıp çabalamadı bile, kaderine razı oldu, ne de olsa ölümü babasının cellatlarının elinden olacaktı. Ve o çadırın içinde birkaç dakika içinde son nefesini verdi... Hürrem Sultan'ın kendi çocuklarının taht yolu açılmıştı artık.

Ama şehzade Mustafa'nın öldürülmesi için Kanuni'yi ikna etmesi hiç de kolay olmamıştı. Sonunda yaptığı ince hesaplarla amacına ulaşmıştı. Bunun için önce kızı Mihrimah'ı evlendirdiği Rüstem Paşa'yı kendi yanına çekmesi gerekmişti. Rüstem Paşa, İran üzerine sefere giderken, kendisi sarayda bir mektup kaleme alıyordu. Bu önemli mektup kocası padişah efendiye hitabendi. "Oğlunuz Mustafa gizli bir ordu kuruyor ve sizi öldürtüp tahta geçmeye hazırlanıyor! Seferde olan damadımız Rüstem paşa buna bizzat şahit olmuştur." Hürrem'in hiçbir sözünden şüphe etmeyen Kanuni, işte bu mektup üzerine hemen sefere çıktı. Konya Ereğlisi'nde Otağ-ı Hümayûn kurdu.
Amasya'dan oğlunu çağırttı. Hiçbir şeyden haberi olmayan bahtsız veliaht babasının çadırına girdiği zaman, ellerinde ibrişim kementleri olan cellatlarla karşılaştı.

YENİ GÖZDE

Hürrem Sultan artık gücü eline geçirmişti. İstediği her şeyi elde ediyordu. Koskoca Kanuni Sultan Süleyman'a hükmediyor, istediğine görev verdirtiyor, istemediğini ya azlettiriyor ya da öldürtüyordu.
Ama her iktidar ve her ölümlünün de bir sonu vardı. Bunca hırs, bunca başarı ve arkasındaki kanlı geçmiş, gün gelecek Hürrem'i acılar içinde kıvrandıracaktı. Nedeni belli olmayan sancılar başlayınca sarayın bütün hekimleri seferber olmuşlardı. Ama hiçbir ilaç derdine çare olmuyor, aksine ağrıları giderek artıyor, dayanılmaz bir hale geliyordu.

Sonuçta Osmanlı tarihinin en parlak dönemlerinden birine damgasını vuran ve Kanuni Sultan Süleyman'ın bu en sevdiği kadın, acılar içinde kıvranarak yaşamını yitirdi. Hastalığının ne olduğu ise bir türlü anlaşılamadı. Bu ona tanrının verdiği bir ceza mıydı, yoksa yine kendisi gibi hırslı ve intikam peşinde olan bir başka kadının tuzağına mı düşmüştü, hiçbir zaman bilinemedi.
Tarih, bu sorunun yanıtını yazmıyor. Ama Kanuni'nin, onun ölümünden sonra neredeyse kabuğuna çekildiği bir gerçek. Ve yeni bir kadının, imparatorluğa kol kanat germeye hazırlandığı da... Sarayın yeni hakimi bu kadın, Süleyman ile Hürrem'in kızları Mihrimah Sultan'dan başkası değildi.
Artık güç onun eline geçecekti. Diğer yanda Kanuni Sultan Süleyman ömrü boyunca büyük bir tutkuyla bağlandığı Hürrem'in ölümüyle yıkılmıştı. Ve bu eksikliği dolduracak yeni bir kadın arayışına girmedi bile.

Ama haremdeki kadın iktidarını devam ettirecek olan isim yine kendi kanındandı. Mihrimah, fizik olarak annesini çok benzemese de, yüreğindeki bitmek tükenmek bilmeyen hırsını tamamen onun genlerinden almıştı. Yumuşak, tatlı bir gülüşün ardındaki çelik gibi irade... Şiirden musikiden hoşlanan eğitimli bir ruh.... Ama beyninin en ince kıvrımlarına kadar, hesap kitap yapan bir kişilik...
Hürrem ölürken imparatorluğa adeta bir kopyasını bırakmıştı.

Annesinden aldığı tüm bu özellikleriyle genç kadının babasını gönlünü çalması da çok kolay olmuştu. O da Hürrem gibi, Kanuni'nin dizinin dibinden ayrılmaz, her sabah birlikte şiirden, kitaplardan söz ederlerdi... Kanuni'ye göre Mihrimah çocuklarının en güzeli, en akıllısıydı. O, Hürrem'in kendisine bıraktığı değerli bir armağandı...

KIZINA HAYRANDI...
Mihrimah, babası ile bir arkadaşla konuşurcasına rahat, bir dostuyla dertleşircesine içten davranıyordu. Bu edebiyat ve müzik konuşmaları giderek yerlerini devlet işlerine bıraktılar. Artık Süleyman önemli kararları bile ona danışıyordu. Donanmanın rotası ne olmalı, hangi vezir değiştirilmeli gibi nice önemli konuda padişahın danışmanı olmuştu Mihrimah Sultan. Yorgun ve yaşlı Kanuni, kızının cevval zekasına, kararlılığına hayrandı... Bu hayranlık öylesine ileri gidecekti ki, kendisinden sonra tahta çıkıp Osmanlı İmparatorluğu'nu yönetecek olan ismi bile Mihrimah belirleyecekti. Bu konu, Kanuni'nin rüyalarını kabusa çeviriyordu aslında.
Kendisinden sonra yerine hangi oğlu geçecekti. Selim mi? Beyazıt mı? Sonunda bu sorun da çözülmüştü.
Her ne kadar II. Selim'in tahta çıkmasını, Kanuni Süleyman kendi verdiği bir karar olarak görüyorsa da perde arkasında aşina olduğumuz ayak oyunlarıyla bunu gerçekleştiren Mihrimah vardı... Ne de olsa o, annesinin kızıydı!

netice de sonuc olarak,
Hürrem Sultan’ ın istediği olmuş. Mustafa gibi Kanuni’den sonra yetenekleri ve başarılarıyla tahtı hak eden değerli bir Veliaht ortadan kaldırılmış, yerine Şanlı Osmanlı İmparatorluğunu duraklama dönemine sokan, yeteneksiz, İstanbul dışına dahi çıkmaktan korkan, yönetimi diğer devlet erkanına bırakan II. Selim lakabı ile “Sarı Selim” tahta çıkmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder