4 Kasım 2012 Pazar

Atatürk Zehirlen di mi? (Büyük Sır Perdesi)

Atatürk’ü Masonlar mı Zehirledi? (Büyük Sır Perdesi)

 

 Gazi Mustafa Kemal’i Türkiye Mason Cemiyeti’ni kapattırdığı için Yahudi Masonlar zehirledi. Plan Kremlin’de yapıldı, Türkiye’de uygulandı…

BÜYÜK  SIR
Yıl 1935… Atatürk, eski Adliye Vekili Mahmut Esat Bozkurt’u çağırarak, Masonluğun kuruluş, örgütlenme ve çalışmalarına ilişkin bilgiler içeren dosyayı verdi. Ardından şunları söyledi: “Bunu güzelce mütalaa et, bir takrirle, Halk Partisi Grup Başkanlığı’na ver. Grupta bunlara şiddetli bir hücum yap ve grupça kapanmasına delalet et, senin de bu işte şeref payın olacaktır.” Anadolu Ajansı, 10 Ekim 1935 tarihinde abonelerine şu önemli haberi geçti: “Türkiye Mason Cemiyeti, memleketimizin sosyal tekamülü ve günden güne artan muazzam terakkilerini nazarı itibara alarak, faaliyetlerine nihayet vermeyi ve bütün mallarını memleketin sosyal ve kültürel kalkınmasına çalışan halkevlerine teberrüü muvafık görülmüştür.” Egenin ve Balkanların tanınmış kıdemli komünist mübeşşiri Varnalı Bulgar Yahudilerinden 33 dereceli Farmason Avram Benaroyas, Yunan komünistlerin yayın organı Laiki Foni (Halkın Sesi) Gazetesi’nin 1 Ağustos 1948 tarihli nüshasında yazdığı anılarda şöyle dedi: “1937 yılının ortalarında, ismini açıklayamayacağım bir doktor, bazı şöhretlere dayanarak Atatürk’e ilk darbeyi sinir organlarını zaafa düşürmek sureti ile indirdi. Etrafında çember meydana getirdiğimiz Sarı Lider, kendiliğinden bu çemberin içine girip hayatını bize teslim etti.”
Ankara merkezli olmak üzere İç Anadolu Bölgesi’nde yayın yapan ANAYURT Gazetesi, 66 yıldır açığa çıkmayan müthiş iddiaları gün yüzüne serdi:
ATATÜRK’Ü MASONLAR ZEHİRLEDİ
Cumhuriyetimizin kurucusu Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün başına gelenlerle kahrolurken; ANAYURT Gazetesi olarak, bu ibretlik gerçekleri yayımlarken üzerimize düşen büyük görevi yerine getirmiş olmanın huzuru içindeyiz.
KATİLLER, İŞBİRLİKÇİLER KİMLERDİ?
Yunanistan’da yayımlanan –Laiki Metopo(halk Cephesi) Gazetesinde yayımlanan dizi yazıda “Dr. Abrevaya ve Fischenger cidden bu işte fedakarane çalıştılar” denilmektedir. Bahsi geçen Abrevaya, Prof.Dr. Samuel Abrevaya Marmaralı’dır. Abrevaya, İzmir doğumlu olup, Paris’te tahsil görmüştür. Atatürk’ün ölümünden sonra Niğde Milletvekilliği yapmıştır. Prof. Dr. N.Fissenger, hükümet tarfaında Paris’ten getirilmiştir. 8 Eylül 1938 tarihinde bir gün önce yaptığı muayeneye göre Prof.Dr. Ömer Neşet İrdelp ile birlikte düzenledikleri rapor uzun yıllar sonra ortaya çıkmıştır. Fissenger ayrı teşhiste bulunmasına rağmen Atatürk’ün ölüm raporunda, diğer doktorlarla aynı görüşteymişçesine yazılmıştır. Muhtemelen Paris’ten getirilen ilaçların temin yeriyle de ilgisi vardı.
SARI LİDER’İ ÖLDÜRME KARARI ALINIYOR
Varnalı Bulgar Yahudisi 33 dereceli Farmason Avram Benaroyas Türkiye Mason Cemiyeti’nin kapandığını Moskova’da bir toplantı sırasında öğrendi. Sinirlerine hakim olamayarak şunları söyledi; “O Sarı Lider ortadan suret-i katiyetle kaldırılacaktır. Mefkuremize imha edici darbe vuranların akıbeti, feci şartlar altında ölümdür!…” Türkiye’nin ikinci Mason lideri Kimyager Mustafa Hakkı Nalçacı, acilen Kremlin’e davet edildi. Nalçacı Moskova’ya korkarak gitti. Başına bir hal gelmesi halinde Kremlin’in Çankaya’ya siyasi baskı yaparak serbest bırakılmasının sağlanmasını istedi. Kremlin, Nalçacı’ya garanti verdi, verdiği teminatlarla onu rahatlattı. Kremlin’den aldığı taahhütlerle korkusu geçen Nalçacı, işi ileri götürerek Atatürk’ün öldürülmesinden sonra Nazım Hikmet başkanlığında bir hükümet kurulmasını istediyse de, Kremlin “gerici Mareşal Çakmak’ın tabancasına hedef olunacağı” itirazı ile Nalçacı’yı frenledi. Varnalı Bulgar Yahudisi Farmason Avram Banaroyas ve Türkiye’deki masonları ikinci lideri Mustafa Hakkı Nalçacı Kremlin yetkilileri ile toplantıdayken, yapılan konuşmaları Yunanlı gazeteci Apostolos Grasoz, ünlü Sovyet despotu Laurenti Beria ile birlikte yan odada ses alma cihazıyla takip ediyorlardı. Bu konuda Avram Benaroyos, “İlk anlarda Kemal Atatürk’ü silahla ortadan kaldırmayı düşündük. Ancak, doktorlarımız Atatürk’ün ölümünün ani oluşunu tehlikeli gördüklerinden, Kremlin’in istediği ‘esrarengiz ve kendine göre esrar arz edecek ölüm’ kararına uyduk. Mason biraderler cemiyetimiz kapatıldıktan sonra hiçbir şey olmamış gibi O’nun her hareketini alkışladılar. Zamanla O’nun etrafında bir çember vücuda getirdiler ki; Sarı Lider, kendiliğinden bu çemberin içine girip hayatını bize teslim etti. 1937 yılı ortalarında, ismini açıklayamayacağım bir doktor bazı şöhretlere dayanarak Atatürk’e ilk darbeyi sinir organlarını zaafa düşürmek suretiyle indirdi. Böylelikle gösterdiği tedavi usulü, Atatürk’ün sinir organlarını felce uğrattı. Atatürk’te zaman zaman burun kanamaları, baş dönmeleri, istifralar karşısındaki arkadaşı tanımamazlıklar kendini göstermeye başladı.” şeklinde yazdı. Benaroyos 1 Ağustos 1948 tarihli Yunan Halkın Sesi (-laiki foni) gazetesinde bunları yazarken, Yunanlı Gazeteci Apostolos Grazos da Halk Cephesi (Laiki Metopo) gazetesinde 1-5 Eylül 1949 tarihlerinde yazdığı seri yazıda şu görüşleri dile getirdi; “Filistin Siyon kolonilerini meydana getirmek için Osmanlı İmparatorluğu’nu parçaladık.Bundan sonra yapılması elzem olan üç vazife daha vardı. Bunları seri olarak tatbik etmek icap ediyordu ki; Doktor Abrayava ve Fischenger cidden bu işte fedakarane çalıştılar. Bazı Avrupalı tıp dahileri, siroz mütehassısları, Sari Lider’in hastalığı ile meşgul olmak istediklerini Türk hariciyesine bildirmişlerse de; Türkiye’deki mukaddes üçgenimiz, meydana getirdikleri muhkem mevki ve selahiyetlerini cemiyetimize muhalif olanlara Sarı Lider’in tedavinizde vazife vermemekle bize pek ala ispat ettiler.”
KİMLER MASONDU?
Atatürk’ü tedavi eden doktorlar arasında Mim Kemal Öke,
Prof. Dr. Samuel Abrevaya Marmaralı masonluğu alenen bilinenler arasındadır. İçişleri Bakanı Şükrü Kaya da masondu. Devrin mason yöneticilerinden (Türkiye Locası) Dr. İsmail Hurşit, Muhittin Osman Omay kapatma kararı tebliğ edilenler arasındadır.
TEDAVİ EDEN DOKTORLAR
Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp ve Prof.Dr. Nihad Reşad Belger Atatürk’ü tedavi eden müdavi (sürekli) doktorlardı. Prof.Dr. Akil Muhtar Özden, Prof.Dr. Süreyya Hidayet Sertel, Prof.Dr. Mim Kemal Öke (adı sürekli tedavi edenler arasında da geçmektedir), Prof.Dr. Samuel Abrevaya Marmaralı, Dr. Mehmet Kamil Berk, Prof. Dr. Mustafa Hayrullah Diker ise gerektiğinde sürekli doktorların danıştıkları danışman hekim olarak görev yapmışlardır. Sağlık Bakanı Dr. İ.Refik Saydam idi. Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Prof.Dr. Asım Arar idi. Bunların dışında, Paris’ten Prof.Dr. N. Fissinger (3 defa), Berlin’den Prof.Dr.Von Bergman, Viyana’dan Prof.Dr. H. Epinger isimli üç yabancı doktor da Atatürk’ün tedavisinde görev almışlardır.
ATATÜRK’ÜN HASTALIĞI…KONAN TEŞHİS VE UYGULANAN TEDAVİ
Atatürk’ün hastalığı, konan teşhis ve uygulanan tedavi Varnalı Yahudi Farmason Acram Benaroyas, Atatürk’e ilk darbeyi 1937 yılı ortalarında indirdiklerini söylerken, bundan birkaç ay sonra Aralık 1937′de Yalova’da Atatürk’ü resmen muayene eden Prof. Dr. Nihat Reşat Belger ilk teşhisi “karaciğer üç parmak kadar büyümüş ve sertleşmiştir” diyerek koydu. Oysa, Benaroyas’ın söylediği aylarda Atatürk kaşıntıdan muzdaripti. Çankaya’da bir akşam doktorun biri kaşıntıların karınca ısırması sonucu olduğunu söyledi. Atatürk, “Ben geceleri kaşınıyorum, karınca yatak odama kadar girer mi?” diye sorunca, aynı doktor “evet” cevabını verdi. Köşkte et yiyen cinsten küçük kırmızı karıncaların varlığı söylentisi yayıldı. Hatta böyle karıncalardan bulunduğu tespit edildi. Atatürk’ün İstanbul ve Yalova’da olduğu bir sırada Cumhurbaşkanlığı Özel Kalem Müdürü Süreyya Anderiman Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Dr. Asım Arar’a telefon ederek “Köşkü karıncalar bastı, Atatürk kaşıntıdan şikayetçi, bir çare bulun.” dedi. Doktor ve diğer sıhhi personelden oluşan 8 kişilik karınca arama ekibinin çalışmalarını Dr. Nuri Refet Korur “evet kırmızı renkte küçük karıncalar gördük” diye açıklamıştı. İlgili mütehassıslar da; bu tip karıncaların Çin’den Avrupa’ya geldiğini ve etle beslendiklerini söylemişlerdi. Karınca hikayesini bilen Atatürk, Dr. Velger’in karaciğerle ilgili teşhisini ve kaşıntının sebebinin bu olduğunu duyunca şaşırmış, ama belli etmemişti. Atatürk’ü yavaş yavaş öldürme planı hızla işliyor, Atatürk’ün hastalığının teşhisi ile ilgili farklılıklar Atatürk’ün ölüm raporlarına bile yansıyordu. Atatürk’ün fenni rapora geçen hastalığı “Alkole bağlı siroz” olarak tanımlandı. Oysa aynı rapora imza atan doktorlardan Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp, daha sonra “ bunu kati olarak kestirmek mümkün değil” diyerek “hipertrofik siroz” tanısına yöneliyordu. Yani alkole dayanmayan (sıtma) siroz,. 30 Temmuz 1938 Cumartesi günü Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp, Atatürk’ün kalbinin kuvvetli olduğunu düşünürken, 4 gün sonra kalbi kuvvetlendirici iğne yapılmasına karar veriyordu. Dr. Asım Arar ise, Dünya Gazetesi’ndeki mülakatında Atatürk’ün hastalığı ile ilgili olarak “karaciğer kifayetsizliği”nden şüphelendiğini bu şüphesini “söylenmesi icap eden” kişilere söylediğini, bu kişilerinse, böyle bir ihtimalin mevcut olmadığını söylediklerini bunu üzerine ise kendisinin daha ileri gidemediğini söylüyordu. Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak da, Dr. Arar’ın söylediği türden birinin Atatürk’ün çevresinde bulunabileceğine inanmanın kendisi için güç olduğunu söylüyordu. 31 Temmuz 1938 günü Viyana’dan gelen Prof. Dr. Eppinger Atatürk’e çiğ yemiş kürü uygulayarak bol bol kavun karpuz yedirmiş, ertesi gün Almanya’dan getirilen Prof. Dr. Bergman’da Atatürk’e rendelenmiş elma yedirtmiştir. Daha sonra da bu iki doktor bir araya gelerek damar tıkanıklığını düşünerek Atatürk’e Salygran şırıngası uygulamaya karar vermişlerdir. Aynı gün yapılan konsültasyonda bu Alman ve Paris’ten getirilen Prof. Dr. Fissinger ise yukarıdaki doktorlardan farklı olarak Afyon mürekkepleri ile şibih kalevilerin (alkoloid) verilmesini uygun görüyordu. Zehirlendiğini anlamıştı Atatürk, Afet İnan’a yazdığı mektupta aynen şöyle diyordu; “Afet, vaziyetim şudur; bence doktorların yanlış görüş ve hükümleri sebebiyle hastalık durmamış ilerlemiştir…. Hükümet benim reyimi almaya lüzum görmeksizin Fissinger’i getirtti.” Kimler masondu? Atatürk’ü tedavi eden doktorlar arasında Mim Kemal Öke, Prof. Dr. Samuel Abrevaya Marmaralı masonluğu alenen bilinenler arasındadır. İçişleri Bakanı Şükrü Kaya da masondu. Devrin mason yöneticilerinden (Türkiye Locası) Dr. İsmail Hurşit, Muhittin Osman Omay kapatma kararı tebliğ edilenler arasındadır.
Mustafa Kemal’in sağlığı
Mustafa Kemal, klasik çocukluk hastalıklarının dışında 20 yaşına kadar ciddi bir hastalığa yakalanmadı. 20 yaşında geçici bir süre yakalandığı sıtma hastalığının atlatılması yine aynı yılda bel soğukluğu hastalığı takip etti. O yıllarda yaygın olan bu hastalık O’na ilerideki yıllarda İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi bünyesinde üroloji kliniğini kurdurttu. İdrar yollarındaki bu müzmin hastalığa ilaveten, Anafartalar Savaşı sonlarında, 1916 yılında akciğer iltihabı dolayısıyla ateşi yükselerek yatağa düştü. 2 yıl sonra Yıldırım Orduları Komutanı iken böbrek ağrıları başladı. Karlsbad Kaplıcaları’nda tedavi gördü. 1919 yılında Şişli’deki evinde bir süre kulağından rahatsızlık geçiren Mustafa Kemal, aynı yıl 19 Mayıs’ta çıktığı Samsun’da tekrar nükseden Böbrek ağrılarından dolayı 19 gün Havza Kaplıcalarında kaldı. Samsun’da iken tekrar sıtmaya yakalandı. Aynı yılın son günlerinde, 27 Aralık’ta böbrek ağrıları tekrar başladı. 1921 yılı Nisan’ında sol yanağından çıban çıktı, daha sonra attan düşerek 3 kaburgası kırıldı. Bu hali ile cepheye gitti. 1923 yılında ise ufak tefek kalp rahatsızlıkları geçirdi. 1927 yılı Mayıs ayında göğüs ağrıları çekti. Berlin ve Münih üniversiteleri tıp fakültelerinin dahiliye klinik direktörleri Prof. Dr.Friedrivh Kraus ile Prof. Dr. Ernest Von Remberg hükümet tarafından Türkiye’ye getirtilerek Atatürk’e konsültasyon uygulattırıldı. 1936 yılı Kasım ayında üşütme sonucu ateşi yükseldi, ama kısa sürede iyileşti. 1936 yılı sonuna kadar bunların dışında Atatürk’ün başkaca ciddi bir sağlık sorunu olmadı. Tedavi eden doktorlar Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp ve Prof.Dr. Nihad Reşad Belger Atatürk’ü tedavi eden müdavi (sürekli) doktorlardı. Prof.Dr. Akil Muhtar Özden, Prof.Dr. Süreyya Hidayet Sertel, Prof.Dr. Mim Kemal Öke (ki adı sürekli tedavi edenler arasında da geçmektedir), Prof.Dr. Samuel Abrevaya Marmaralı, Dr. Mehmet Kamil Berk, Prof. Dr. Mustafa Hayrullah Diker ise gerektiğinde sürekli doktorların danıştıkları danışman hekim olarak görev yapmışlardır. Sağlık Bakanı Dr. İ.Refik Saydam idi. Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Prof.Dr. Asım Arar idi. Bunların dışında, Paris’ten Prof.Dr. N. Fissinger (3 defa), Berlin’den Prof.Dr.Von Bergman, Viyana’dan Prof.Dr. H. Epinger isimli üç yabancı doktor da Atatürk’ün tedavisinde görev almışlardır.
Ölüm sebebi alkol değil
Atatürk’ün ölümünden sonra düzenlenen birinci raporda ölüm sebebi karın içinde sıvı, asit toplanması olarak gösterilirken, ikinci raporda ise alkolle ilgili karaciğer iltihabı neden olarak gösterilmiştir. Bu çelişkiye rağmen Atatürk’e biopsi de otopsi de yapılmamıştır. Alkole bağlı siroz olabilmesi için en az 15 yıl süre ile günde en az 3 kadeh alkol alınması gerektiği bilinirken, Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı yıllarında hiç içki içmediği, daha sonraki yıllarda da aşırı içki içmediği, karşısındakilere içirdiği söylenmektedir. Salyrgan (civalı ilaç)’ın Atatürk’ün tedavisinde “ajan tedavi ilacı” olarak kullanıldığı, aslında Mustafa Kemal Atatürk’ün bu ilaçla ağır ağır zehirlenerek öldürüldüğü ortaya çıkmıştır. Öte yandan Atatürk’ün daha evvel sıtma geçirdiği bilinmesine rağmen karaciğer ve dalağı yıpratan Kinin ve Atebrin gibi ilaçlar bol miktarda kullanılarak ölüm çabuklaştırılmıştır. Sadece 1937 yılında İstanbul Eczanesi’nden Atatürk için 43 kutu kinin ilacının alınmış olması buna iyi bir örnektir.                                                                 (alıntı)

Subliminal Mesajlar

Çizgi film ve reklamlardaki subliminal (bilinçaltı) mesajlar çocuklar ve gençler için büyük tehlike arz ediyor. Subliminal mesajlarda; erotizm, masonik işaretler, gizli örgüt propagandaları ya da ürün beğendirme mesajları yer alıyor.

 

 

 

 

 ikinci olarak ise konuya değinelim....


Çok fazla çıkmamıştır karşınıza o yüzden bende değinmek istedim bu konuya.
Evet bilmeyenlerimiz ''Subliminal Mesaj'' Nedir arkadaş? Diye soracaklar.
Kısacık özetleyecek olursak subliminal mesaj; her hangi bir objenin/işitsel ögenin
içine gömülmüş, saklanmış yani özellikle oraya gizlenmiş insanın göremeyeceği/duyamayacağı
şekilde sadece bilinçaltının fark edeceği şekiller, yazılar, sesler ve mesajlardır.
Günümüzde özellikle reklamlarda, sinema filmlerinde sıkça kullanılan bir tekniktir.
Hemen her gün televizyonda izlediğimiz bir çok içerikte subliminal bilinçaltı mesajları olabilir.
Şunu belirtmekte fayda görüyorum ki, subliminal mesajları aramaya kalkışmayın,
çünkü farketmemiz oldukça güçtür. Sadece bilinçaltına etki eden bir olgudur.
En çok kullanılanlar :
1. Dijital ses dosyalarına gizlenen işitsel yolları.
2. Gözle algılanamayacak kadar kısa süreyle ve sık patlayan flaşlar şeklinde
   sinema ya da televizyon görüntüsü yoluyla şuur-altına itilen 25. kareler.
3. Reklam afişleri, logoları ve benzeri nitelikteki görsel malzemenin içine saklanmış şekil, kelime ve rakamlar. Bu yöntem; bir ürünün reklamını yapmaktan, bir inancın ya da görüşün propagandasını yapmaya, psikolojik savaşa, uluslararası ilişkilere, yanıltıcı bilgilendirmeye kadar varan
geniş bir yelpâzede kullanılmaktadır. Görsel ve işitsel olarak (şuurlu) algılananlar değil; şuur-altı seviyesinde algılanan ses, resim, görüntü ve şekillerden oluşur. Bunlardan en çok kullanılanı dijital ses dosyalarına gizlenen ses mesajlardır. Üzerinde oynanabilirliği ve işlenilmesi ve yayılması daha kolay olduğundan MP3 dosyaları gizli mesaj için biçilmiş kaftandır diyebilirim.

Peki sistem nasıl işliyor?

İnsan kulağı sadece belirli titreşim sıklığı aralıklarındaki sesleri duyabilir.
Eğer siz bir müzik parçasını rahatça duyabiliyorsanız, bu sizin duyabileceğiniz titreşim aralığında olduğunu gösterir. İnsan beyninin algısı ise, bundan daha düşük ya da daha yüksek frekansları algılayabilecek kapasitededir. Dikkat ediniz: “duyabilecek” demiyorum, algılayabilecek diyorum.
Yani, kulağımız ancak belirli bir titreşim aralığındaki sesleri duyabilir. Fakat beynimiz bu aralığın çok daha ötesindeki sesleri algılar, hisseder. Şuuraltı ve şuuraltının özelliklerini anlattığım zaman,
ne demek istediğimi çok daha iyi anlayacaksınız. Ancak, şimdi öncelikli olarak bu
“subliminal mesajların (şuur-altı telkinlerin) neler olduğunu ve nasıl işlendiğini sizlere göstermem gerekiyor. 8-12 hertz dalga boyundaki Subliminal mesaj içeren bir MP3'ü kulağınızla dinlersiniz,
ancak içindeki gizli-mesajı beyniniz dinler. Bu esnâda kulağınız hiçbir şey duymaz.
İnternette ve paylaşım programlarında şuuraltı mesajları içeren MP3 dosyaları bulunmaktadır.
Hatta bu gizli mesajları frekans aralıklarına göre analiz ederek ortaya çıkartan yazılımlar dahi vardır.

Mesela, en korkunç uygulamalardan sadece biri:
“Amerika, Irak’ı işgal etmeden önce bir yıl boyunca (daha fazla da olabilir)
Irak radyolarında Kur’an yayınının altından, çok düşük bir titreşimde,
kulakla duyulmayan, ancak dimağla algılanarak Iraklıların şuur-altına gönderilen:
“Direnmeniz faydasız” gibi mesajlar verilmiş ve bir ülke işte bu şekilde
şuuraltı mesajlar ile işgâle hazır edilmiştir.

25. Kare Tekniği Nedir?

Sinemada bir saniye 24 karedir ve her 24 kare ekrandaki büyüklük oranındaki
kareyi oluşturur. Her 327.5 satırda ‘’control-track’’ adı verilen kör aralık vardır.
Burdaki görüntüler silinip araya başka kareler konulunca  25. Kare adı verilen yer oluşturulur.
Bu son kare sadece anlıktır görme şansımız yoktur. Saniyedeki görüntü oranı 1/24’ken 1/25 e çıkarılır.
İşte kilit noktada burdadır. Görüntüleri gördüğümüzü anlayamayız ama bilinçaltına işlenir.
Bununla ilgili çok yaygın bir hikayeden yola çıkabiliriz. Bir kola firmasının bu teknikle sinemada insanları susamaya teşvik edip sinema arası insanları büfelere sevk ettiğini birçok insan duymuştur.
Daha sonra bu olay duyulmuş,tepkilere yol açmış ve kaldırıldığı açıklanmıştır.
Ama sizce kaldırılmış mıdır?... Bir şeyleri bilmek bir şeyleri değiştirebileceğimiz anlamına gelmez.
Ben sizin görmediğiniz şeyler görüyorum diyen insanlar daima olmuştur etrafınızda,
bu insanlar eşiği aşan kişilerdir.. Saygılarımla.

13 Ağustos 2012 Pazartesi

Page Rank Yükseltme Önerileri

Page Rank (PR) Google‘ın siteleri derecelendirmede kullandığı bir sistem. Belirli ölçütlere göre sitelere verilen bir puan. 

Google arama teknolojisinin temellerinden biri olan bu sistemi doğal olarak tam anlamıyla açıklamıyor. Daha doğrusu Page Rank değerini etkileyen faktörleri kötü amaçlı kullanımları engellemek için açıklamıyor. Ama arkasında bir endüstri oluşturmuş bu sistemi çözmek için birçok insan da kafa yoruyor. Bu konuda siteler kuruluyor, forumlar açılıyor, tavsiye listeleri düzenleniyor v.s. Bu yazıda ben de geçtiğimiz haftalarda gerçekleşen Page Rank güncellemesinden hareketle kendi tecrübelerimden kaynaklanan bir liste vermek istiyorum. Bu yazıda yazılanların sadece tahminlerden ibaret olduğunu hatırlatmam gerekir.
Page Rank Yükseltme Önerileri
1.  Benzersiz İçerik: Bence Page Rankı etkileyen en önemli şey sitenizin içeriğinin benzersiz olmasıdır. Benzersiz içerikten kasıt herhangi bir konuda, içerik olarak çok fazla benzeri olmayan makale değerindeki yazıları kastediyorum. Her zaman için sitenizde başka kaynaklarda da olan 100 tane yazı olmasındansa 10 tane benzersiz yazı olması daha iyidir. Örneğin sNews Türkçe Destek Sitesi‘ni hazırlarken belirli aralıklarla sadece 10 tane yazı girdim. Yazıların bir kısmı çeviri iken bir kısmı da kendi makalelerimdi. Fakat Türkçe başka hiç bir kaynakta bu bilgiler yoktu. Sonuç 10 sayfa yazıyla page rank değeri sıfırdan 5 e yükseldi. Bu sonuçta aldığım bir kaç linkin de etkisi var ama esas faktör içeriğin benzersiz olmasıdır.
Bazıları benzersiz içeriği yanlış anlıyorlar. Örneğin nezle hakkında tıp terimleri ile yazılmış bir yazımız olsun. Türkçe kaynaklar içerisinde bu yazının tek yani benzersiz olması o kadar işimize yaramayabilir. Ama nezlenin bitkisel bir kaç ilaçla tedavisini anlattığımız ve başka kaynaklarda da benzeri bulunmayan bir yazı işimize yarayabilir. Yani oluşturduğunuz benzersiz içerik aynı zamanda talep edilir olmalıdır.
Page rank değerini yükseltmek konulu birçok yazıda insanlık yararına site oluşturulması tavsiye edilir. Bu da yukarıda talep edilebilirlik olarak altını çizdiğimiz önemli bir nokta.  İp ucu vermek gerekirse herhangi bir konuda – özellikle teknik konularda- insanlara destek olabilecek yazılar veya siteler oluşturmaya gayret edin. Ama daha önce yüzlerce kez yazılmış yazıları yazmayın. İlk başta konusunda uzman olmuş, isim yapmış sitelerle yarışmak yerine daha dar alanda konuları seçin. Futboldan bir örnek verelim. Beşiktaş, Galatasaray, Fenerbahçe hakkında, birinci lig takımları hakkında veya şampiyonlar ligi hakkında içerik oluşturmaktan ziyade amatör kümeyi veya paf takımları ele alan bir içerik oluşturun. Bu şekilde rakipleriniz azalacak, içeriğinizin benzersiz ve talep edilebilir olma şansı yükselecektir.
Bir ansiklopedi hazırlayacak olsanız madde sayısının yani konu çeşitliliğinin fazla olmasına mı bakarsınız yoksa aynı konularda yazılmış içeriğinizin fazla olmasına mı dikkat edersiniz? Bence başta Google olmak üzere arama motorları bu ansiklopedi mantığı ile olaya yaklaşıyorlar. Yani artık bir arama motorunda önemli olan arattırdığınız herhangi bir kelimenin milyonlarca sonuç döndürmesi değil milyonlarca ayrı kelime ve kavramın az da olsa mutlaka sonuç çıkarmasıdır. Deterjan ve yumuşatıcı almak üzere bir markete gittiğinizi düşünün. Markette 30 ayrı çeşit deterjan var ama bir tane bile yumuşatıcı yok. Bu bir müşteri olarak sizi memnun eder mi?
Sonuç olarak yazılmayanı yazmış olmak, araştırılmayanı araştırmış olmak yani benzersiz olmak önemlidir.
2. Kaliteli Backlink: Backlink yani başka sitelerden sizin sitenize verilmiş olan bağlantılar page rankın diğer önemli unsuru.  Her yerde söylendiği gibi başkalarının anlattığı, tavsiye ettiği siteler ziyaret edilmeye değerdir. Fakat tavsiye edenin de kim olduğu oldukça önemli. Yani referansınızın kim olduğu önemli. Gerçek hayatta da öyle değil mi? Bir işe girerken çok önemli bir iş adamının size referans olması, arkanızda durması başkadır, sıradan bir kimsenin size referans olması başkadır.
Sitenize link alırken de bu linklerin kaliteli olması önemlidir. Kaliteli backlink sadece yüksek page ranklı sitelerden alınan linkler değildir. Kaliteli backlink sizinle aynı kulvarda yarışan insanlardan aldığınız linklerdir. Örneğin canınız dondurma çekti ve  iyi bir dondurmacıya gittiniz. Ama maalesef o iyi dondurmacı çoktan dondurmaları bitirmiş. Dükkandan çıkarken dondurmacıya başka nerede iyi dondurma bulabileceğinizi sordunuz ve bir tavsiye aldınız. Veya yoldan rasgele birini çevirip bir dondurmacı sordunuz ve tavsiye aldınız. Şimdi dondurmacının tavsiyesi diğer insana göre daha değerlidir. Çünkü diğer insan gibi sadece müşteri olarak değil işi bilen biri olarak da tavsiye vermektedir.
Backlink almak kadar vermekte önemlidir bence. Çünkü Google muhakkak birbirine link veren siteler arasındaki ilişkiyi kontrol etmektedir. Özellikle bloglarda gördüğümüz çok uzun link listeleri iyiye işaret değil. Elinizdeki hazineyi böyle bol keseden dağıtmamalısınız. Bir siteden ana sayfadan verilecek link sayısı bence onu geçmemelidir.
3. Arama Motoru Optimizasyonu: Biz de page rank konusunda en çok yanlış anlaşılan hususlardan biri de bu. Bazıları iyi optimizasyonu sihirli bir değnek gibi görüyorlar. Evet optimizasyon önemlidir ve mutlaka yapılmalıdır. Fakat içeriksiz bir siteye optimizasyon yapmanızın da bir anlamı yok. Kaldı ki artık bir çok hazır optimizasyon aracı bulunuyor.
Optimizasyon denildiğinde hemen meta tag, anahtar kelime konuları açılıyor. Hâlbuki bunun yanında yazı başlıklarını Google ile uyumlu yazma, etiket sistemlerini kullanma gibi unsurları da düşünmek gerekir. Arama motoru optimizasyonu hakkında birçok türkçe kaynak bulmak mümkün. Bunları iyi okuyup gerekli altyapıyı hazırlamalı içerik organizasyonunu da buna uydurmayı alışkanlık haline getirmek gerekiyor.
4. Temiz Kodlama: Bir süredir internette temiz kodlama faaliyetleri yürütülüyor. İlk başlarda sadece bazı sitelerin savunuculuğunu yaptığı web standartları artık gerçekten standart hale geliyor. Hatta web 2.0 trendlerinin yayılmasıyla birçok site yapısını baştan aşağıya değiştirerek temiz kodlamaya geçti. Yeni çıkan hazır sistemlerde mutlaka temiz kodlama kullanılıyor.
Temiz kodtan kastımız sadece xhtml standartlarına uygun css ile yazılmış siteler değil. Aynı zamanda kullanılan görsel elemanların da, resimlerin de her anlamda optimize edilmiş versiyonları tercih edilmelidir. Sonuçta standartlara uygun kodlama size az maliyetlerle çok fazla kar getirebilecek bir olaydır. Bundan çeşitli bahanelerle kaçınma size pek iyi dönütler sağlamaz.
5. Hile Yapmayın: Son olarak vereceğim tavsiye page rank için kesinlikle hile yapmayın. Son güncelleme bir kez daha gösterdi ki Google’ın hileye karşı hiç tahammülü yok. Spam sayılabilecek her şeyden kaçının. Doğal davranmaya çalışın. Bir sitenin bir ay içinde yüzlerce siteden link alması bazı durumlar haricinde normal değildir. Veya bir sitenin yüz tane siteye bunlar benim kardeş sitelerim diye link vermesi de doğal değildir. Toplist veya dizinlere kaydolurken çok dikkatli olun. Sitenizin genel kapsamı dâhilindeki listelere belirli sayılarda kaydolun. Eğer bir blog siteniz varsa sırf page rankı yüksek diye herhangi bir dizine kaydolmayın. Bunun yerine blog dizinlerine veya blog toplistlerine kaydolun.
Sonuç olarak oyunu kuralına göre oynamak lazım. Bu saydıklarımı yerine getirmeden ağzınızla kuş tutsanız page rankınızın yükselmesi mümkün değil.(alıntıdır)

12 Temmuz 2012 Perşembe

ELEKTRONİK EV ALETLERİNİN ZARARLARI


ELEKTRONİK EV ALETLERİ; TELEFON VE ÇOK KULLANDIĞIMIZ BİLGİSAYARIN BİZLERE ZARARLARI LÜTFEN OKUYUP OKUTALIM..
""
BİZDEN ARAŞTIRMASI VE UYARMASI,GERİSİ SİZE KALMIŞ.

Elektromanyetik Alan" konusunda doktora yapmış bir kişiyim.

Öncelikle dizüstü bilgisayarlarıni asla ve asla kucağınızda, dizinizin üstünde kullanmayın.

En çok manyetik alanı saç kurutma makinesi ve ütü yayar (bu aletleri kullanırken acele edin, işinizi çabuk bitirin.

"Yatak odalarında televizyon, bilgisayar ya da cep telefonu bulunması tahmin edemeyeceğiniz kadar zararlıdır. Havayı iyonize eden elektromanyetik alan yüzünden çoğu zaman bir koku ile algıladığımız ancak gözle göremediğimiz elektrik yüklü parçalar havada asılı kalırlar.
Saatlerce havalandırsanız bile tam olarak ortamdan süpürülmezler, her nefes aldığınızda ciğerlerinize bu parçaları çekiyorsunuz demektir.
Elinizin hemen altındaki klavye ve Mouse ise her hareketinizde elektrik sinyalleri gönderir. Mutlaka kablolu mouse kullanınız. . Aynı şekilde uzun süreli klavye ve mouse kullanımı maalesef bilekleri ve eli deforme etmektedir. "RSI (Repetitive Strain Injury)" denen sürekli aynı bedensel hareketlerin tekrarıyla oluşan eklem rahatsızlıkları ve "Carpal Tunnel Sendorumu (tekrar eden hareket sendromu )" ciddi sonuçları olan ve ameliyat gerektirebilen hasarlar verirler.

Lazer baskı yapan yazıcılar, çalışmaları sırasında ozon gazı üretirler.
Uzmanlar kanser ve bağışıklık sistemi hastalıklarının, manyetik alanın zayıflattığı bünyelerde oluştuğunu söylüyorlar.

Mesela çoğumuzun kullandığı Bluetooth kablosuz bağlantısı için HP firmasının resmi kitapçığı "lütfen sağlığınız için bir metreden kısa mesafede Bluetooth kullanmayın” diyor.

Eğer bütçeniz yetiyorsa LCD dediğimiz ince ekranlardan alın. Bunun radyasyon seviyesi daha düşüktür.

Bilgisayar kasanızı bedeninizden uzak tutun. Kabloları mümkün olduğunca uzun tutarak çevrenizdeki boş alanı uzatın, Bilgisayar masanızı metal aksamdan değil, ahşap ve elektrik yükü tutmayacak şekilde oluşturun.
Bilgisayarınızın bağlı olduğu prizi mutlaka topraklı yaptırın.

Günde bir kaç saatten fazla keyif, oyun ve web gibi zorunlu olmayan aktiviteler için bilgisayar karşısında zaman harcamayın.

Son olarak, bilinen tüm elektronik cihazlarda elektromanyetik alanı yakalama becerileri yüzünden özellikle ametist kristalleri kullanmanızı ve bilgisayarınızın yakınına koymanızı önereceğim.

Bu ametist kristalleri belli aralıklarla deniz suyuyla topraklandıklarında elektrik yükleri sıfırlanarak gereken koruma alanını sağlamaya devam ederler."

Sevgili okurlar, ben şahsen Balıkesir Dursunbey Güğü Köyü'nde çalışırken, köyde ametist madeni olması nedeniyle, bol miktarda ametist kristali edinmiştim.

VE EN ÖNEMLİ KONU: . . . Eğer acil servis doktoru falan değilseniz, cep telefonunuz uyuyacağınız odada asla açık olarak kalmamalı. Gece siz uyurken Yatak Odanızdan en az 10 metre uzakta olmalıdır!!!!

Yapılan araştırmalara göre 20 dakika boyunca cep telefonu ile kesintisiz konuşanların, bir sağlık kuruluşunda beyin kontrolünden geçmesi gerekiyor. Nitekim telefon ile konuşurken sınırı aştığınızda hep başınız ağrır.. Unutmayınki , konuşurken de telefonun patlama gibi bir tehlikesi vardır . . . Mutlaka KULAKLIK KULLANIN ! ! !

Telsiz telefonlarda da benzer tehlikeler mevcut, ev telefonunuz telsizse değiştirin, kablolu alın.

Çamaşır ve bulaşık makineleri çalışırken yanında durmayın ( mesela bulaşık makinesini çalıştırıp yanındaki masada keyif çayı içmeyin veya masa keyfi yapmayın ), çünkü çok manyetik alan yayarlar. Özellikle çamaşır makinesinin, çamaşırları döndürme aşamasında hemen uzaklaşın.

Son olarak; kullanmadığınız aletleri fişten çekin. Yapılan araştırmaya göre, "stand by" da yani bekleme modunda kalan aletler, gene elektrik tuketıyorlar. Ve ABD'de bekleme modunda tüketilen elektiriğe " vampir elektirik" deniliyor. Bu da gösteriyor ki elektronik aletler fişten çekilmediği, en azından güç düğmesinden kapanmadığı sürece bizim için tehlike yaymaya devam ediyor.

Tüm bu aletlerin neden olduğu masraf ve küresel ısınma yetmiyormuş gibi, bizi de tüketiyorlar yavaş yavaş.

Elektromanyetik Alan konusunda doktora yapmış olan, Doç. Dr. Ayşegül YILMAZ'dan.."""


TEFSİRLİ MEAL SKANDALI, DİYANET ONAYLI





Ali Eren Hocaefendi, Hayrettin Karaman’ın da içinde bulunduğu bir tefsir projesindeki “bu kadar da olmaz” dedirten skandalları okuyucularına aktardı. İşte Arifan Dergisinde yayınlanan o yazıdan sizin için alıntıladığımız önemli bölümler:

Bu makalemizde, Diyanet İşler Başkanlığı yayınlarından “KUR’AN YOLU” isimli Türkçe Meal ve Tefsir’den bahsedeceğiz. Eserin 1. Cildindeki Diyanet imzalı Takdim yazısından öğrendiğimize göre;

Diyanet İşleri Başkanlığı, 1998 senesinde yani 28 Şubat hadisesinin cereyan ettiği 97’nin akabinde, bir Kur’an meal ve tefsiri hazırlatmaya karar verip bu vazifeyi dört ilahiyatçı profesör olan Hayrettin Karaman, Mustafa Çağrıcı, İbrahim Kafi Dönmez ve Sadrettin Gümüş’e halet etmiş.

Prof. Hayri Kırbaşoğlu’ndan dinlediğime göre ismi tefsir olan bu eser, “hiçbir tefsir profesörü olmayan” bu 4 profesöre “300.000 dolar” ücretle hazırlatılmış.

Eser basılmadan önce Din İşleri Yüksek Kurulu tarafından tenkit süzgecinden geçirilerek kontrol edilmiş. Nitekim DİB üyesi ve samimi insan Doçent Halil Altınbaş, bu tefsiri basılmadan önce kendilerinin de okuyup kontrol ettiklerini bendenize söylemişti. Kendisine Suriçi’ndeki Otel’de, aşağıda okuyacağınız akıl almaz ve kabul edilemez hataların bir kısmını söylediğimizde, her bir hatayı net hatırlamadıysa da, “biz bu hataları işaretleyip çıkarılmasını söylemiş olmalıyız” dedi.

2003 senesinde, bahse konu eser 5 cilt halinde basılıp satışa sunuldu. Üzerinde DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI ibaresi bulunduğu için itimat edildiğinden kısa zamanda birinci baskısı tükendi.

TAKDİM YAZISI BİLE REDDİYELİK

Sonunda Diyanetin imzası olan takdim yazısının son paragrafı şöyle:
“Elinizdeki tefsir, günümüz Müslümanlarının ihtiyaçları göz önünde bulundurularak ve klasik tefsir birikiminden yararlanılarak hazırlanmış değerli bir çalışma olup, uzmanlık alanlarında yetkin bilim adamlarından oluşan bir heyet tarafından kaleme alınmış olma gibi bir imtiyaz taşımaktadır.”

Bu cümleye maalesef 4 madde ile itiraz emek durumundayız:

MADDE 1: Bu tefsir, söylendiği gibi günümüz Müslümanların ihtiyaçları göz önünde bulundurularak hazırlanmış değildir. Çünkü günümüz Müslümanlarının, bir kadınla şahitsiz (yani nikahsız) olarak cinsi beraberliğin caiz olduğunu söyleyen hocalara ihtiyacı yoktur. Oysa bu tefsir, mut’a nikahına cevaz veriyor.
MADDE 2: Bu tefsir, klasik tefsir birikiminden yararlanılarak hazırlanmış değildir. Eğer öyle olsaydı, klasik tefsirlerin yazdığı gibi bu tefsir de “Müslüman olmayanların zinhar cennete giremeyeceklerini” söylerdi.
MADDE 3: Bu tefsir değerli bir çalışma değildir. Öyle olsaydı, Süleyman Ateş gibi, son peygambere ve son kitaba inanıp inanmamayı solda sıfır sayarcasına: “Peygamberimize ve Kur’ana iman etmeyenlerin de cennete gireceklerini iddia edenleri” ve Mason Abduh ve Cemaleddin Afganilerin hayranı olan M. Reşid Rıza gibi İslam düşmanlarını İslam alimi saymaz ve onların eserlerinden alıntı yapmazdı.
MADDE 4: Bu tefsir uzmanlık alanında yetkin bilim adamlarından oluşan bir heyet tarafından kaleme alınmış da değildir. Öyle olsaydı bu tefsir tefsir alanında uzmanlaşan kimselere yazdırılırdı. Tefsiri bırakın, fıkıhta bile yanlış üstüne yanlış yapan kimseler çağrılıp: “gel bize tefsir hazırla” denilmiştir.

Dünya alem bilsin ki, fıkıhta bile yanlış yapan kimseler dediğim şahıs HAYRETTİN KARAMAN’dır.

Seferilik konusunda bir tv kanalında: “Seferilik üç günlük yoldur. Bugün uçakla dünyanın bir tarafından bir tarafına üç günden önce gidiliyor. Dolayısıyla zamanımızda seferilik olmaz” diyor.

Bilmiyor ki, “seferiliğin illeti zaman değil mesafedir.” Dolayısıyla, ne şekilde ve ne kadar zamanda gidilirse gidilsin, ikamet yerinden en az 90 kilometre olan mesafeye gidilmekle seferi olunur. Kendi branşı olan fıkıhla alakalı böyle basit bir meseleyi bilemeyen yani kendi branşında bile uzmanlaşamamış olan bir kimse nerde kaldı ki tefsir de uzmanlaşmış olsun da tefsir yazabilsin! Zaten yazamamış da…

TEVRATTAN EK BİLGİ! YUH…

Tefsir kitabı alan alan kimse, onu Allah’ın ayetlerinin açıklamasını anlamak için alır. Çünkü Kur’an tefsiri demek “Kur’an ayetlerinin manalarını açıklayan eser” demektir.
Kur’an’ın manasını anlama için; yürürlükten kaldırılmış, üstelik tahrif edilmiş/bozulmuş olan Tevrat, Zebur ve İncil’lerin verdiği bilgiye ihtiyaç var mıdır? Yoktur!…
Ama bakın KUR’AN YOLU isimli eserin giriş yazısında E/10 maddesinde ne deniliyor:
“İslami inançlarla ve ilkelerle çelişmeyen ek bilgiler vermek maksadıyla, Kitab-ı mukaddes’ten bilgiler katardık.”
Niçin aktarıyorsunuz hocalarım?
Şöyle diyorsunuz: “Ek bilgiler vermek maksadıyla”
İnsan eliyle bozulmuş olup sadece görünüşte dini olan kitapların verdiği bilgilere ne derece güvenilir ki onlardaki bilgileri Kur’an tefsiri olarak hazırlanan bir eserin içine alıp “bakın Tevrat, Zebur ve İnciller de şu bilgileri veriyor.” Diyerek bu aslı astarı olmayan bilgileri Müslümanlara sunuyorsunuz? Veya kakalıyorsunuz?
Verdiğiniz bilgiler asla “İslami inançlarla ve ülkelerle çelişmeyen ek bilgiler” değildir. Bal gibi çelişiyor. Bakara Suresi 40. Ayetin tefsirinde verdiğiniz bilgi şu:
“Tevrat’ta, Ya’kub peygamberin Tanrı ile güreşip O’nu yendiği, bu sebeple Tanri’nın ona İsrail adını verdiği bildirilir. (Tekvin, 32/24-28)” (Cild 1 Sahife 50)
Şimdi bu bilgi “İslami inançlarla ve ilkelerle” çelişmiyor mu?
İslami inançlara göre haşa Hazreti Ya’kub Tanrı ile güreşti mi, güreşip onu yendi mi?
Böyle bir inanca sahip olan kimse gömgök GAVUR olmaz mı?

TEHRİFE UĞRAMIŞ DA OLSA KUTSAL KİTAP!

Ya’kub (Aleyhisselam) ile ilgili mahut bilgiyi verdiğiniz sahifede şöyle bir cümleniz yer almış:
“Yahudilik, İslam’dan önceki semavi dinler arasında -tahrife uğramış da olsa- şeriatı ve kitabı halen yaşamakta olan en eski dindir.”
Dikkat! Bu cümle, yahudilerin değil size ait bir cümle. Yani “tahrife uğramış da olsa” sözü de “Kutsal kitap” sözü de sizin.
Soruyorum: “tahrife uğramış da olsa” ne demek? Şu anda elde olan Tevrat’a “kutsal kitap” demek ne demek?
Devamla: “Hıristiyanlıktan farklı olarak bir şeriat dini olması da Kur’an-ı Kerim bakımından bu dini önemini artırmaktadır.” diyorsunuz.
Anlamadım! Yani Kur’an-ı kerim Yahudiliğe önem mi veriyor, ona göre Yahudilin önemi mi var?

HIRİSTİYANLIK VE YAHUDİLİK İÇİN YAZILMIŞ GİBİ!

Ali Eren Hocaefendi uzunca bir çıkışmadan sonra devam ediyor. Bakın daha neler var.
Mesela Bakara suresinin 105. Ayetin tefsirinde de aynı ifadeyi tekrarlıyor ve “Ehli kitap (ehlül Kitab) tamlaması, “ilahi bir kitaba inananlar” anlamına gelmekle birlikte, terim olarak Müslümanlar dışındaki kutsal kitap sahipleri için kullanılır.” Diyorsunuz (Syf. 101)
Yapmayın! Müslümanlara yanlış bilgi vererek vebale hem de çok büyük vebale giriyorsunuz.
Çünkü sizinde gayet iyi bildiğiniz gibi, Ehli kitap tamlaması “ilahi birer kitap olan Tevrat ve İncil’i bozan ve Allah’ın kelamı olmayan o bozuk kitapların peşinden giden, buna mukabil Allah’ın son peygamberine ve son kitabına iman etmeyen kafirler” anlamına geliyor.
Hükümleri ile amel edilmesi gereken!
“Allah katında indirilmiş ve hükümleriyle amel edilmesi gereken Kur’an dışında iki kitap (Tevrat ve İncil) bulunmaktadır.” (Syf 101)
Siz bu 5 ciltlik eseri bu zamanda yazdınız. Onu okuyanlar da tabii ki şu anda yaşayan insanlar. Yoksa hazreti Musa ve Hazreti İsa zamanında yaşayan insanlar değil.
Peki şu anda yahudilerin elinde bulunan Tevrat ve Hıristiyanların elinde bulunan İnciller Allah (Celle Celaluhu) katından indirilmiş kitaplar mıdır ki “Allah katından indirilmiş ve hükümleriyle amel edilmesi gereken Kur’an dışında iki kitap (Tevrat ve İncil) bulunmaktadır.” Diyebiliyorsunuz?
Hem, birbirini tutmayan ve bu İncillerin hangisi Allah (Celle Celaluhu) katından indirilmiştir?
Matta mı? Yuhanna mı? Luka mı? Markos mu?
Ehli kitap için “Müslümanlar dışındaki kutsal kitap sahipleri” ısrarınız da yanlış. İnsanlar tarafından bozulup Allah (Celle Celaluhu) kelamı olmaktan çıkmış bir kitap nasıl kutsal olur? Varsın Hıristiyan ve yahudiler bu muharref kitaplara kutsallık atfetsinler… Bize ne oluyor?

TEVRAT OKUMAYA TEŞVİK EDİYORLAR!

Ayetlerin manalarını verip bazı izahlara geçtikten sonra, ikide bir parantez içinde “Tevrat’ın bilmem kaçıncı sahifesine bakın” diyerek, Tevrat’taki bilgilere güvenilmeyeceğini söylemeksizin, Müslümanları habire Tevrat okumaya yönlendiriyorsunuz. Niçin?
Kur’an ayetlerini tefsir etmek denilen şey bu mudur? Kur’an ayetlerini bozuk Tevrat’ın verdiği bilgilerle mi öğreteceksiniz?
Hazırladığınız KUR’AN YOLU isimli bu kitap, Kur’an tefsiri midir yoksa allem edip kalem edip okuyucuları Tevrat ve İncilleri yönlendirme kitabı mıdır?

MÜŞRİKLERİN AFFEDİLMESİ!

Değerli okuyucular! Bu yazdıklarımız daha ne ki! Ehli Kitap şöyle dursun, sevgili profesörlerimiz, Al-i İmran suresi 128-129 ayetlerinin tefsirinde “Allah müşriklerden de dilediğini affeder” diyerek Allah’a ortak koşanların affedilebileceğini bile söyleyebiliyorlar. Ama Kur’an ne buyuruyor: “Şüphesiz ki Allah kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz.” (Nisa 48)

DEĞERLENDİRME!

Ali eren Hocamız yine yaptı yapacağını. Bakalım muhataplarda sıkılma, utanma belirtisi olacak mı? Bir özür gelecek mi?
Tefsirin yazılış tarihi de hayli ilginç. 28 Şubatın hemen peşi sıra yazılmış. Dinler arası diyalog çalışmalarının yeni versiyonunun Türkiye’de başlangıcına denk geliyor.
http://www.facebook.com/efendihazretleri
Ayrıca 300.000 dolar da az bir meblağ değil. Çok cezbedici! Belli ki, bu kitap ısmarlama yazılmış ya da hazır yazılmış olan çalışma ellerine verilmiş ve imza attırılmış.
Diyanet İşlerinin de onaylaması işin en acı tarafı. Halkın güvendiği bir kurum olduğu için bu güven nasıl da suistimal ediliyor!
Her halükarda bu, İslam dinine bir ihanettir. Hainliktir…. Papa’nın yapamadığını yapmaktır. Bu kadar net söylüyoruz bunu…

17 Haziran 2012 Pazar

İşte dünyayı yöneten on iki aile

"Her toplumsal olayı Amerika veya İsrail'e bağlamak bence kolaycılıktır ama..."

Dünyayı kim yönetiyor sahiden...
Her toplumsal olayı Amerika veya İsrail'e bağlamak bence kolaycılıktır. Ama gelin görün ki Amerika İngiltere ve de İsrail hemen her olaydan kazançlı çıkmayı beceriyor. Bakın Mısır'da 70 milyar dolar servetiyle 30 yıldır diktatörlük süren Mübarek de Amerika'nın adamıydı, yerine getirilmesi düşünülen El Baradey de... Peki nasıl oluyor da hep kazanan Washington / Londra hattı oluyor? Bu Dünya İmparatorluğu'nun arkasında hangi güç var? Onun hikayesine uzanmaya ne dersiniz...

GEÇTİĞİMİZ hafta Mısır'daki eylemlerin başladığı ilk günlerdi. telefon eden bir arkadaşım, Mısır halkına destek vermek için Mısır Konsolosluğu'nun önüne gitmemizi teklif etti.

- Hayrola?.. Ne zamandan beri Amerikan operasyonlarına destek verir oldun, dedim.
Solcu arkadaşım kızgınlıkla söylendi...

- Hemen her şeyi Amerika'ya bağlayan komplo teorisyenliğinizi anlayamıyorum. Orada diktatörlüğe karşı ayaklanmış bir halk var.

- İyi de o halk neden Amerika / İsrail yandaşı gördüğü Mübarek'i kovalarken tek bir Amerikan tesisine bile tepki yöneltmiyor. Birbirini boğazlayıp linç eden halk, Amerikan Elçiliği'ne doğru neden yürümüyor? Onları hangi görünmez el engelliyor?..

YENİ DÜNYA VE MİMARI HUPE
Evet, şaka bir yana biraz derinlere doğru uzanalım bakalım... Dünya İmparatorluğu'nun temeli 'Yeni Dünya Düşüncesi'ne dayanır. Yeni Dünya Düşüncesi'nin mimarı ise bir büyükelçi olan Robert Strausz Hupe'dir. Hupe'nin kaleme aldığı 'Yarının Dengeleri' (The Balance Of Tomorrow) adlı kitap, dünyada hakim kılınacak yeni süper gücü tarif ediyordu. İki kutuplu dünya düzeninin geçici bir düzen olacağını, sonunda dünyanın tek kutuplu mükemmel bir dünya düzenine ulaşacağını iddia ediyordu. ABD bu yeni sistemin süper gücü / lideri olacaktı.

Hupe bu kitabı İkinci Dünya Savaşı'nın bittiği yıl olan 1945'te kaleme almıştı. Bu teoriyi kurarken de yalnız değildi. CFR (Dış İlişkiler Konseyi) üyesi yakın dostları vardı. David Rockefeller, Henry Kissinger, George Kennan, Zbigniev Brezezinski, Samuel Huntington.

İsimler tanıdık geldi değil mi? Kissinger ünlü ABD Dışişleri Bakanı, Kennan ünlü Truman doktrinin fikir babası, Brezezinski ise ABD Başkanı Jimmy Carter'in Ulusal Güvenlik yardımcısıdır. Robert Strausz Hupe ise bir dönem ABD'nin Türkiye Büyükelçiliği'ni de yapmıştı.

Yani hemen hepsi Amerikan siyasetine ve dolayısıyla dünyaya yön veren isimlerdi. (Bir kısmı halen vermeye devam ediyor... Huntington'ın Medeniyetler Çatışması tezini hatırlayın...)

Hupe ve arkadaşları oluşturdukları bu yeni dünya düzeninin temelini finans / kapital üzerine kurmuşlardı. Yanlış anlaşılmasın. Hupe sadece devam edegelen bir sistemin yeni yüzyıldaki formülünü yapmıştı. Yoksa finans-kapitale dayalı sömürge sistemi zaten tıkır tıkır işliyordu.

ELİTLERİN SONSUZ İKTİDARI
Bu arada CFR için de küçük bir parantez açalım. CFR (Council on Foreign Relations) 1920'lerin başında bir avuç 'elit' tarafından kuruldu.

Birinci amacı şuydu: Anglosakson sermayesinin dünya egemenliğini askeri güce dayalı olarak sürdürmek.

İkinci amacı: Dünyanın halklarla değil 'elit'lerce yönetilmesi. (Brezeznski buna jet çağı elitleri tanımlamasını kullanıyor)

Üçüncü amacı: Ulus devletlerin ortadan kaldırılması.
Dördüncü amacı: Özgürlükçü demokrasinin hakim kılınması (Burada kastedilen özgürlükçü demokrasi sahte bir demokrasiden başka bir şey değildi. CFR artık bir ülkeyi işgalinde tank top değil bu sihirli sözcüğü kullanacaktı. Demokrasi!)

DÜNYAYA HAKİM 12 AİLE
CFR'nin kararlarının alındığı çekirdek örgütlenmesinde iki aile deşifre edilmişti. Rockefeller ve Rotcsild aileleri. Peki CFR'nin tepesinde kim oturuyordu? David Rockefeller! Şimdi burada duralım. Hep söylenir. Dünyayı yöneten 12 aile vardır diye. Evet doğrudur. Dünyayı yöneten etkin/elit büyük on iki aile vardır. Ama bunların içindeki iki aile dünyanın gerçek sahipleridir dersek yanılmamış oluruz. Rockefeller ve Rotcsild Aileleri! Bu iki ailenin yönettiği parasal güç dünya ekonomisinin yarısından fazladır. (Rothschild Ailesi'ni ve Rockefeller Ailesi ile yaşadığı rekabeti bir başka yazı konusu olarak saklayalım. Özellikle Rockefeller'in Exxon Mobil'i yükseltmek için BP'yi nasıl batma noktasına getirdiğini ileride anlatırım.)

ROCKEFELLER BURSUNUN ŞANSI
Şimdi oğul David Rockefeller'in sahibi olduğu şirketler, yönettiği ve yardım ettiği fonlar, sivil organizasyonlar dernekler, vakıflar, think thank kuruluşları ile dünyanın neredeyse yarısından bile fazla bir etki alanına sahiptir. (Örneğin gelecek vaat eden binlerce gence verilen ünlü Rockefeller öğrenim bursu ülkelerin siyasetinde önemli rol oynar. Bizde Rockefeller bursuyla okuyan onlarca ünlü isim vardır. Ama ben sadece ikisini söyleyeyim. Bülent Ecevit ve Deniz Baykal.) Rockefeller Ailesi'nin bu yere göğe sığmayan nüfuzuna bir de onursal başkanı olduğu CFR'nin gücünü ekleyin. Varın durumu siz düşünün...

YA HEDEFİZ YA KONTROLDE
Hükümetler, sivil toplum kuruluşları, ordular, aklınıza güç odağı olarak gelen ne varsa CFR'nin ya kontrolünde ya da hedefindedir. Her şey ama her şey uzun planlar dahilinde yürürlüğe konur. Ve tek dünya imparatorluğuna gitmek için engeller birer birer ortadan kaldırılır. Şimdi durumu anladınız mı? Neden öyle sokağa dökülünce devrim olmaz... Veya her isyan ve kaos nihayetinde küresel güçlere hizmet eder!.. Mısır'daki isyanda da yaşanan budur, Davos'taki meydan okumada da!..

Çağımızın sihirli sözü DEMOKRASİ
Evet sihirli sözcük 'demokrasi'... Ama nasıl bir demokrasi? Geri bıraktırılmış cehalete boğulmuş ve yoksulluğa gömülmüş bir halka sunulacak demokrasi ancak elitlere hizmet eden bir sistem olacaktı. (Bugün Türkiye'de de yaşadığımız kısmen bu değil mi? Liderin karizmasına veya yürüyüşüne bakarak oy veren bir seçmen profilimiz yok mu?) Yani dünya da hangi siyasal düzen hakim olursa olsun, bu mutlak ve mutlak 'elit'lerin sermayesine hizmet edecekti. Kimi zaman kaos yaratılacak kimi zaman ayaklanmalar tezgahlanacak ama bütün bunlar elitlerin küresel sermayesine katkıdan başka bir şey sunmayacaktı.

CFR'nin cephe örgütleri ve üye tipolojisi
CFR'nİn iki alt örgütlenmesi daha vardı. Trileteral ve Bilderberg Konseyi. Bu iki teşkilatta CFR'nin adeta cephe örgütlenmesiydi. CFR'nin 4 amacı olduğu gibi 4 tip de üyesi bulunuyordu. Birinci grup üyeler, merkez üyeler. Bu üyeler tüm kararları alıp uygulayan üyelerdi. İkinci grup üyeler ise Trileteral ve Bilderberg üyeleri arasından seçiliyorlardı. Üçüncü grup Kuzey Amerika, Kuzey Avrupa ve Japonya'dan seçilen üyelerden oluşuyordu. Son grup ise daha çok Türkiye, Yunanistan gibi ülkelerin yanı sıra İskandinav ülkelerinden seçilen üyelerden oluştu.

Kulübün büyük patronları
CFR'nin elit kulübünde kimler yer alıyor? En tepede Çar David Rockefeller var. Hemen altında Rockefeller ve Rothschild aileleri bulunuyor. Onların altında ise 3 bölüm halinde 'elit'ler var. Kuzey Amerika Elitleri, Avrupa Elitleri ve Japonya Elitleri.

İşte fikir vermesi için birkaç isim:

Japonya Elitleri: Hitachi, Mitsubishi, Toyota, Iwasaki
Kuzey Amerika Elitleri: JP Morgan, Bill Gates, Robert Murdock.

Veee bizden bir isim Rahmi Koç.
Avrupa Elitleri: 
Rothschild, Von Simens, Sacher Hoffman, İngiltere Kraliçesi Elizabeth, Morgan Grenfell, Herz...

Hedef tek bir dünya devleti
Rockefeller Ailesi'nin serveti 200 milyar dolara yakın. Dünyanın 110 ülkesinin bütçesinden daha büyük bir zenginlik. Şu an başında oğul David Rockefeller var. Exxon Mobil, Citi Group, JP Morgan gibi dünya devi şirketlere sahip. David Rockefeller gelecek planını şöyle açıklıyor: 'Dünyada bir devlet oluşturduğumuzda, halkların kendilerini yönetme hakları, artık dünya bankerleri ve entelektüelleri olan 'elit'in otoritesi altına girecektir. Yüzyılımızda izleyeceğimiz strateji budur.'

Hurşit Güneş'ten sitem var
GEÇTİĞİMİZ hafta CHP'nin aristokratları yazıma CHP Gen. Bşk. Yrd. Prof. Hurşit Güneş itiraz etti. Hayır hayır, yazdığım bilgilere değil. Bunca yıldır siyaset içinde bulunan birisi olarak sadece babası ve akrabalık ilişkileriyle anılmasını doğru bulmadığını söyledi. Bence de doğru. Kişi, ailesinin veya babasının ismiyle değil, yaptıklarıyla anılır ve değerlendirilir. Ama ben de araştıran birisi olarak görevimi yapmak zorundayım. Türkiye'nin en köklü partisinin 15 kişilik merkez komitesinde 6 kişinin birbiriyle akrabalık vs. bağı varsa bu durum 'anomali' değil midir? Sadece bu ilginç duruma işaret ettim. Üstelik yazımda bir akrabalık bağını da atlamışım. Hurşit Hoca'nın da İnönü'lerle akrabalık bağı varmış. Yeni öğrendim....

Kaynak: Akşam