1) sosyal projelere destek vermesi
2) mafya ve çetelerin gücü zayıflatması
3) israil'e tepki koyması
4) Türki cumhuriyetlere önem göstermesi
5) dış politikaya önem göstermesi ( hatalara rağmen )
6) sigara yasağı
yanlışları;
1) terör örgütü ile mücadeledeki stratejisi
2) dış politikadaki stratejik hataları ( ermeni protokolü vb .)
3) aşırı zam ve vergiler
4) dış borçların artması
5) devlet kurumlarının özelleşmesi
6) bölgeler arası gelir farkının kapatılamaması
7) amerikaya ve avrupa birliğine bağımlı siyaset üretmesi
8) işsizlik oranlarındaki artışlık
9) halka atatürk düşmanlığı aşılamak
10) tarikatları kalkındırması
11) aşırı ötesi zam ve vergiler, içkiye kök gibi zamlar
12) dış borçların rekorlar kitabına girmesi
13) her yerin satılması Önemli stratejik noktaların özelleştirilmesi.
14) özgürlük diyerek sadece bi inançtan olan insanların özgürlüğünü kastetmeleri.diğerlerini s...tir etmeleri
15) tarımı bitirmeleri
16) iktidarı kullanarak muhalefeti bastırmaları
17) korku imparatorluğu kurmaları
18)akrabalarının gemicikler almaları ve servet üstüne servet yapmaları
19)eleştiriye açık olmamaları
20)Eğitimi, askeriyeyi, hukuk sisteminin ele geçirmeye çalışmaları
21)yanlışlarının yazılarak bitirilemeyecek olması
22)Basın özgürsüzlüğünü sağlamaları
23)Ülke kriz le kıvranırken pembe gülücük dağıtıp kriz yok demeleri..
AKP'nin stratejik yanlışları
AKP'nin stratejik yanlışları(derleme alıntı )
Cumhuriyet tarihi kaç kez bu tür krizle karşı karşıya kalmıştır; saymak zor. Ancak en tehlikelisinin bu dönemde yaşadıklarımız olduklarını düşünüyorum. Çünkü ilk kez, iktidar partisi Kemalist cumhuriyetin en temel unsuru olan laikliğe karşı hareketlerin odak noktasıdır suçlamasıyla karşılaştı.
Yine ilk kez, dünyanın tüm gelişmiş demokrasilerinde varolan yüksek yargı kurumlarına doğrudan savaş açılmş durumda, hem de başbakan düzeyinde en sert eleştiriler getirilmekte.
Yine cumhuriyet tarihinde ilk kez, bir metrekarelik bir bez parçasının, siyasal simge olduğu başbakan düzeyinde tanımlanmış ve ifadesini bulmuş olan bir materyal, laik cumhuriyetin simgelerinin karşısına mücadele unsuru olarak konmuş durumda.
O kadar çok olumsuz ilkler var ki, insan sıralamakta şaşırıyor. Dış politikada yaşanan; ABD Türkiye’yi “ Ilımlı İslam” modelinin örnek ülkesi olarak ilan etti ve “ genişletilmiş ortadoğu politikasının” eşbaşkanı olarak gördü ve hem başbakan Erdoğan hem de dışişleri bakanı Gül bunu sahiplendi. Oysa birkaç gün önce gnelkurmay başkanı harp akademilerinde Türkiye’nin başına böyle saçma sapan sıfatlar eklenemeyeceğini söyledi.
Biz sıradan vatandaşlar bu karmaşıklığın içinden çıkabilir miyiz!?
Nasıl olur da, aritmetik olarak güçlü bir iktidar, üstelik bu denli sayısal çoklukla seçim kazanmış bir siyasal parti, bu kadar çok sayıda stratejik yanlışı üst üste yapabilir, akıl almıyor!
Strateji bir bilim değil sanattır. Yüzün üstünde tanımı bulunmaktadır. İki esnek tanımı şöyle yapabiliriz; belki yol gösterici olur.
Birincisi, olanaklarla koşulları örtüştürme sanatı. İkincisi, hedeflenen amaca ulaşmak için olayları yönetme sanatı.
Stratejinin bilim yanı “stratejik düşünme” kısmındadır. Açıklaması: benim karşımdaki için düşündüğümün onun da benim için düşündüğünü bilmektir. Başka bir deyişle, benim bir hamleme karşın onun iki hamle tasarladığını bilmektir. Ki, ben dört hamle tasarlayabileyim. Anladığım kadarıyla AKP kurmayları stratejiyle değil taktiklerle cephe açmaya çalıştılar. Oysa en temel kuralı gözardı etmişler. O da, stratejiniz yanlışsa taktik doğrularla zaferin kazanılamayacağı gerçeğidir. Anlık başarılar gösterebilirisiniz ama uzun soluklu yarışta sekte-i kalpten gidersiniz.
İhmal ettikleri ikinci temel konu; AKP düşünürleri ortaya akıl oyunu koydular ve yetiştikleri kültürde bilimsel düşünme yani laik akıl olmadığı için, olayları iman etme zinciri içinde yönetebilecek ve yönlendirebileceklerini sandılar. Oysa karşılarındaki büyük çoğunluk akıl oyununu okuyabildikleri gibi akıllı oyununu da kurgulayabilecek birikim ve yetenekte kişilerdi. Bunu da göz ardı ettiler. Yani bir Sabih Kanadoğlu tüm akıl oyununu bozmaya yetti.
Peki, yanlışlar niye yapıldı ve neden yapılmaya devam ediliyor:
1. Erdoğan’ın karakter yapısı.
2. Gül’ün baştan beri var olan ama AKP kadrolarının gözünden kaçırmayı başardığı hırsı.
3. Bilgisiz olmalarına karşın fikir üretme dehası olduğu iddiasındaki dinci ve liberal geçinen bir kısım medya mensubu. Erdoğan’ı asıl yanıltanlar, onda olmayan nitelikleri varmış gibi yaratan bu gazeteci ve akademik kimliklerinin ardına sığınan televizyon tayfası oldu.
4. Cemaat ve tarikat bağlarından kopamamak ve kurtulamamak. Daha da kötüsü, kökü dışarıda olduğu iddia edilen bir cemaate tamamen teslim olmak.
5. Akçalı işlere boğazına kadar batmış bir takım şahsiyetlerin parti çevresinde yuvalanmalarına göz yummak ya da uzaklaşmalarına güç yetirememek.
6. MHP’nin tuzağına düşmek.
7. Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığını engelleyememek.
8. Türkiye’nin öncelikle sorunlar sıralamasında, en altta bile olmayan bir konuyu, ülkenin bir numaralı gündem maddesi haline getirmek. Üstelik bunu, dini simge olduğu konusunda kuşku duyulmayan bir nesneyi, “ velev ki siyasal simge olsun” tümcesiyle meydan okuma aracı olarak kullanmak.
9. AB konusunu taktik uyanıklıkla sürdürebileceğini sanmak. Ama bunu hem Avrupa hem de Türkiye’deki iktidarın y......ı sözde liberaller bile yemedi.
10. Ülke nüfusunun büyük kısmını meydana getiren laik cumhuriyete inançlı kesimleri, bir türlü takıyye yapılmadığına inandıraramamak. Daha da kötüsü bazı AKP’li unsurların sürekli biçimde laiklikle çatışma içine girmesi.
11. Yüksek yargıyla kavga etmek. Bazı dinci gazetecilerin “artık savaş başlamıştır” palavrasının doğru olduğuna inanmak.
12. Demokrasiye özde değil sözde bağlı olmak; demokrasiyi demokrasinin kazanımlarından yararlanarak yıkmaya çalışmak algısından sıyrılamamak. Bu damgayı silip atmak için de hiç çaba harcamamak.
13. Zorla kurulmuş olan özgürlükleri her yöntemi deneyerek ortadan kaldırmaya çalışmak ve tüm ahlak ve etik kurallarını hiçe sayarak yandaş medya yaratmak.
14. Milli eğitim bakanlığındaki kadrolaşmanın tamamen tarikat bağlantılı olduğu kanaatini silememek. Bakan Çelik’in Van’daki gücünden ürküp onu değiştirememek.
15. İçinden çıktıkları siyasi parti ve görüşün tersine ABD’ye ve Avrupa’ya tam teslimiyet içine girildiği düşüncesinin yaygınlaşmasını engelleyecek, olumlu adımları atmamak ya da atamamak.
16. Atatürkçü, Kemalist, laik kesimi Necmettin Erbakan’dan özür dileyecek pozisyona düşürmek.
17. Emniyet teşiklatında bir cemaat baskısının, polis teşkilatına bir tarikatın yuvalandığı dedikodularının üremesine yol açacak eylemlerin ve uygulamaların önünü kesememek.
18. Devletle ve silahlı kuvvetlerle kavgalı olmak görüntüsünden kurtulamamak.
Yedi maddem daha var; ama düşünceleri yüzünden mahkemelere yollanan ve birisi halen devam eden bir “30 yıllık öğretim üyesi” olarak onları da daha özgür olduğumuzda yazabileceğime inanmaktayım.
Size bir ev ödevi: Bu saydığım stratejik yanlışları yapan bir siyasal iktidar daha kaç gün, kaç hafta, kaç ay yaşayabilir?
AKP'nin en büyük yanlışı; aldığı yüksek oyun kendisine her şeyi yapma yetkisi verdiği sanısına kapılmasıdır. Demokrasilerde ne kadar yüksek oy alırsanız alın, her şeyi yapamazsınız, yapmamalısınız. Aksi takdirde dikta rejimine yönelirsiniz ki, kuvvetler ayrılığı pirensibi ve kurumları, demokrasilerin dikta rejimine dönüşmemesi için konulmuştur.
3 Kasım 2002 seçimleriyle iş başına gelen AKP, iktidarda bulunduğu 4,5 senede bir çok icraat yaptı. Bunların içinde müsbetleri de, menfileri de vardı. Bunların bazılarını Yesevi dergisinin Ağustos 2007 tarihli sayısında belirttiğimiz için burada tekrar etmiyoruz.AKP, 22 Temmuz 2007 günü yapılan erken seçimlerde yüzde 46.6 oranında oy aldı ve 341 vekil çıkardı. Tabii ki bu sonuç, büyük bir başarı idi.
AKP'nin seçimlerden hemen sonra cumhurbaşkanlığı sorununu MHP'nin yapıcı muhalefetiyle atlatması, hem parti adına, hem memleket adına büyük bir şanstı. Şayet MHP meclise girmemiş olsaydı, memlekette büyük bir huzursuzluk yaşanacaktı.
Ancak AKP, birinci döneminde yaptığı icraatlarının aksine ikinci döneminde fazla bir şey yapmamış ve gittikçe puan kaybetmeye başlamıştır. Özal'ın da birinci ve ikinci dönemi böyleydi. Özal, ikinci döneminde lüzumsuz bir yerel seçim referandumu yapmış, bundan sonra düşüşü başlamıştı. AKP de aynı yola girmiş görünüyor. Sosyolojide Aristidi kompleksi denilen uzayan iktidar ve uzun süre iktidarda kalan liderlerin gittikçe tepki topladığı, yıprandığı, puan kaybettiği olgusu, AKP ve Erdoğan için de geçerlidir.
AKP'nin en büyük yanlışı; aldığı yüksek oyun kendisine her şeyi yapma yetkisi verdiği sanısına kapılmasıdır. Demokrasilerde ne kadar yüksek oy alırsanız alın, her şeyi yapamazsınız, yapmamalısınız. Aksi takdirde dikta rejimine yönelirsiniz ki, kuvvetler ayrılığı pirensibi ve kurumları, demokrasilerin dikta rejimine dönüşmemesi için konulmuştur. Osmanlı padişahlarına söylenen "senden büyük Allah var" sözü, her şeyin bir ölçüsü olduğunu göstermesi bakımından manidardır. Padişahlar, diktatörler bile istedikleri her şeyi yapamazlar.
Anayasa Mahkemesi başkanı Haşim Kılıç'ın mahkemenin 46. kuruluş yıl dönümünde söylediği, "iktidar yozlaştırır, mutlak iktidar mutlaka yozlaştırır" sözü, şu anki AKP liderliği için maalesef doğru bir tesbittir. Bu yanlışa Menderes-Bayar iktidarı da düşmüştü. Menderes-Bayar iktidarı şöyle düşünüyordu: "Tek parti devrinde CHP kendinden menkul yetkiyle her şeyi yaptığına göre biz halktan aldığımız yetkiyle, yani milli iradeye dayanarak her şeyi yapabiliriz." Ancak dediğimiz gibi yapamazsınız, yapmamalısınız. Yaparsanız sonuçları herkes için fena olur. Böyle bir zihniyet yanlış, tehlikeli ve demokrasiye aykırıdır.
Bu meyanda demokrasinin şöyle bir tanımını yapmak kabildir: Demokrasi hangi ulamda olursa olsun azınlıkları koruma rejimidir. Bu etnik azınlık için de böyledir, fikri (ideolojik) azınlık için de böyledir.
AKP'nin diğer yanlışları
Üzerinde durduğumuz "sınırsız selahiyet" yanlışından başka AKP üç büyük hata daha işledi.
Birincisi hiç gereği yokken yeni anayasa tartışmasını başlattı. Türkiye anayasası zaten yeri gelince değiştirilmektedir. Üstelik anayasa o kadar da dar bir anayasa değildir.
İkincisi Ergenekon davasıdır. Bunu ayrıca inceleyeceğiz.
Üçüncü hatası baş örtüsü meselesini mecliste, yani hukuken çözmeye çalışmasıydı. Bu çözümü MHP de destekledi. MHP'nin desteği iyi niyetliydi ama yanlıştı. Yıllar önce yazdığımız ve kılasikleşen bir yazımızda bu meselenin hukuki olarak çözülemeyeceğini, ancak fiili olarak çözülebileceğini büyük bir basiretle kaydetmiştik. Türkiye’de herkes her şeyi bilir, aslında ise hiç bir şey bilmez, sonunda duvara çarpmaktan kurtulamaz. Zaten yazımızın siyasiler tarafından okunacağını beklemiyorduk.
Bu dört büyük hatanın haricinde yaklaşık on seneden beri uygulanan ekonomik puroğramın başarısız olması, enfilasyon hedefinin tutturulamaması, tesbit ettiğimiz hataların verdiği huzursuzluğun katlanmasına, düşüşün hızlanmasına yol açtı.
Ergenekon davası
Ülkemizin aydın puroblemi eskiden beri bilinir. Bir kısım aydınımız kendine saygısız ve kendi değerlerine yabancıdır. Bunlar Attila İlhan'ın deyimiyle komprador, Türkçesiyle işbirlikçi aydınlardır. Genellikle sağda yer alan bir kısım aydınımız ise echeldir. 1938'den sonraki tarih hakkında tek kelime bilmedikleri gibi devletin politikası hakkında da en ufak bir bilgileri yoktur. Üstüne üstlük bunların büyük bir kısmı üniversite hocasıdır(!).
Devlet politikası hakkında hiç bir şey bilmeyen bu echel aydınlar, iş başına gelir gelmez AKP'nin AB'ye karşı uyguladığı tavizkâr politika karşısında hem şaşırdılar, hem de öfkeye kapıldılar. Uygulanan politikaları AKP politikası sandılar. Halbuki bu devletin politikasıydı ve AKP'nin iktidarda kalmasının en mühim sebebi, AB'ye karşı uygulanan bahis konusu devlet politikasıydı.
Aydınlar önce orduyu göreve çağırdılar. Bunun yanlış olduğunu yazdık. Ordu tabiatiyle çağrıya uymayınca AKP'nin tavizkâr politikaları hakkında kanun dışı yazılar ve sözler sarf ettiler. Bunun da yanlış olduğunu yazdık.
Fazla mütevazi olmaya gerek yok. Uygulanan politikaların AKP politikası değil, devlet politikası olduğunu yazdık da millet, özellikle sağ ve sol milliyetçi cenah nihayet gözlerini açtı ve oğuşturmaya başladı.
Ayrıca uyuyan ve her şeyi başkalarına havale eden milliyetçilerin sivil toplum teşkilatları sahasında ne kadar zayıf olduklarını bildiğimiz için, aktif ve sorumlu vatandaş kavramını ortaya attık ve sivil toplum örgütleri sahasında süratle örgütlenmek gerektiğini ifade ettik. Bunları ortaya atarken bir püf noktasını ısrarla ve sürekli vurguladık. Bu, hiç bir nazari ve fiili eylemin kesinlikle ve kesinlikle kanun dışı olmaması gerektiğiydi. Bunu bilhassa, üstüne basa basa, altını çize çize tekrar ettik.
Tatbik edilen siyasetlerin doğurduğu öfke ve eksikliği anlaşılan sivil örgütlenmelerin hız kazanmasından sonra milliyetçi cenahın sesi biraz yükselmeye başladı. Suç duyurusunda bulunmalar, davalara müdahil olmalar arttı. AB'nin niyetleri, talimatları, emirleri, iç yüzü vatandaşa anlatılınca, AB'ye taraftar olanların oranı süratle inişe geçti. Tabii ki bundan rahatsız olanların başında AB ve varlığını AB'ye borçlu olan AKP geliyordu.
Türkiye’de AB taraftarlığının sıfır noktasına inmesinden çekinen AB ve iktidar, bu kesimde öne çıkanların tutuklanmasına karar verdi ve bazı şahıslar uygun olmayan saatlerde göz altına alındı. Ameliyenin adına da herkesin ilk okuldan bildiği Ergenekon gibi manidar ve ironik bir isim takıldı. AB ve yandaşları çok memnun oldu, zil takıp oynamaya başladı. 27 Mart 2008'de Avrupa Parlamentosu ve 21 Nisan 2008'de AB Dışişleri Komisyonu, Ergenekon davasının kararlılıkla sürdürülmesi için AKP iktidarına kuvvetli ve şiddetli destek verdi.
Baştan söyleyelim: Kanunlar yanlış dahi olsa, kanunlara karşı kim suç işlediyse cezasını çekmelidir. Suçluyu korumanın hiç bir haklı dayanağı yoktur ve olamaz.
Ancak biz Ergenekon davasında tutuklananların suçlu olduğu, yaygın ve derin bir örgütün mensubu oldukları kanaatinde değiliz. Bu davayla ilgili iddialar çok zayıf, bağlantılar çok çürük. Bütün gayretlere rağmen hâlâ ortaya doğru dürüst bir suç isnadı, delili, bağlantısı konulabilmiş değil. Ameliyenin lanse edilmesi vaktiyle demir perde ülkelerindeki fantastik örgütleri ve ithamları hatırlatıyor. Komünist ülkelerde sürekli "casus, İngiliz casusu, Amerikan casusu, Türk casusu, emperyalist ajanı, pantürkist, revizyonist, işçi düşmanı" gibi mevhum ithamlar yapılırdı. Bu yönüyle baktığımızda Ergenekon davası ve lanse edilme şekli kesinlikle demokrasiye yakışır bir hareket değil. AKP'nin etkili muhaliflerini sindirme operasyonu ve Baykal'ın dediği gibi AKP'nin derin devletini kurma ameliyesidir (Bir zamanlar TRT'de bir puroğram vardı. Yarışmacılar üç alakasız kelime arasında ilgi kurmaya çalışıyordu. İsnatlar aynen bu puroğramı hatırlatıyor).
Şu ana kadar Türkiye’de şekil yönünden buna benzer onlarca dava açıldı. Hepsi beraatle sonuçlandı. Bir şey çıkmayacağını hükümet de biliyor, ama eziyet verip yıldırmak siyasetini izliyor. Fakat aslında kitleleri daha çok biliyor.
Eğer iddia edilen gibi derin, yaygın bir örgüt mevcut olsaydı, Türkiye'de yer yerinden oynardı, Türkiye alt üst olurdu.
Netice olarak sadece şahısların değil, kamunun da vicdanı rahatsızdır. Bu kanaatimiz tutuklulara isnat edilen suçlara ait deliller ortaya konulduğu takdirde şüphesiz ki değişecektir. Fakat eğer adalet mülkün (devletin) temeli ise -ki öyledir-, bir an önce tecelli ettirilmelidir. Yoksa geciken adalet adalet olmaktan çıkar. Mağdur ve mazlum insanların ahı aheste aheste de olsa bir gün yerini bulur.
HER KESİMDEN İNSANA SESLENMEK İSTİYORUM:
YanıtlaSilGÜN, BİRLİK OLMA GÜNÜDÜR;
GÜN, DAYANIŞMA GÜNÜDÜR;
TÜRKİYE'NİN ARTIK ONURLU, NAMUSLU VE DÜRÜST İNSANLAR TARAFINDAN YÖNETİLMESİNİ İSTİYORUZ..