23 Nisan 2011 Cumartesi

AB'nin Sopası PKK'nın Namlusu Türkiye'nin İşgali

PKK’nın, üniformaları ile Habur’dan giren işgal güçlerinin İstanbul’a nasıl bayrak diktiğini dehşet içerisinde gördük…

Biz gördük ama asıl görmesi gerekenler ne gördü!?.!..

Ben aziz okuyucuma “PKK bir ot yapmıyor, PKK’ya yol veriyorlar, saldır tosunum diyorlar saldırıyor” diye boşuna söylemiyorum.. Yol verene, göz yumana bakın siz!..

Devlete, derin bir U dönüşü yaptırıp BDP tayfasına selam durduruyorlar ya.. Açıklama yapılır yapılmaz, PKK havai fişeklerle şenliklere başlıyor.. Kürt vatandaşlara, ”Türk Devletini dize getirdik, zafer üstüne zafer kazanıyoruz” diye mesaj veriyor..

PKK’ya bu tabanı kim sağlıyor?!..

YSK!!. YSK ne?.. Devlet!..
Peki, devlete U dönüşünü yaptıran, YSK’yı PKK’ya selam durduran derin güç ne?..

Hadi bakalım aklı başında biri de çıksın da bu işin altında Avrupa Birliği’ne teslimiyet yok desin!..

Türkiye’nin egemenleri, AB sosyetesine özel onlar için eğlenceli bir tiyatro sahnesinin oyuncularıdır!..

AB yüksek sosyetesinin gönlünü hoş etmek için sahne alırlar, onlara özel oyunu sahnelerler..

Karşılığında, bu sahnedekilerde gönüllerini eğlendirdikleri Batılı yüksek sosyete mensupları kadar hoş bir dünya hayatı yaşayacak sevrvete sahip olurlar..

Türkiye’nin bu oyuncuları siyasilerden, milli geliri kilitlemiş para babalarından ve onların saksılarında çimlenen bazı akademisyen(!), yazar(!) bürokrat ve öteki eteklere yapışma bahtına erişmiş yalakalardan oluşur..

Tiyatronun prodüksiyon masrafları çok büyüktür.. Bu masrafları da, Türkiye’nin milli değerleri satılarak, doğmamış çocukların don bezleri ipotek edilerek sağlanır.. Yani, sahnenin faturası millete ihale edilir!..

Milletimizin ödediği faturanın her geçen gün daha da kabardığı ortadadır.. Geldiğimiz nokta, icra yoluyla evden atılma noktasıdır..

Eşkiyanın YSK bahanesi ile verdiği mesaj açıktır..

O sahnelerin, yaratılan tehdit, tedhiş ve terörün ardından gelen teslimiyetin sonucunda milletin içine düştüğü vaziyetin izahı “bunalım”dır..

Türk Milleti moralsizliğin ötesinde bir teslimiyetin ağına düşmüş durumdadır.. Zihinlerde, teslimiyet ötesinde “nasıl yaşanacağının” hesapları yapılmaktadır..

Çaresizliğin bu boyutta olmasının sebepleri de açıktır..

Türk Milleti, “işin başa” düştüğü anların içinde olduğunu da bilmekte fakan düşmana karşı bayrak açma önünde büyük bir engel olduğunu bilmektedir.. Millet biliyor ki, ”Vatanım elden gidiyor ben bu toprağı eşkıyaya terk etmem” diye ayağa kalktığı anda tepesine bu iktidarın devlet güçlerini yığacağını biliyor.. Çünkü öyle de olmuştu..

Türk Milletini düşündüren eşkıya saldırısı değildir.. Kendi devletini yönetenlerin kurduğu barikattır..!

Barikatı kuranlarda, kurdukları barikatı sağlam tuttukları sürece, sahneledikleri oyunun AB tarafından alkışlanacağını biliyorlar.. Bu yüzden PKK, şehirlerde de dağdaki gibi rahat yürüyor..


Hükümeti düşünmeyin canım onlar zaten oy,koltuk telaşında..Rahat olun siz....

İşporta demokrasi (yetmez ama oku)

- Sırada ne var?

- Genel seçim...


- Laikler huylanmasın, takkeyi takunyayı çıkardık diyelim, uyandırma kerizi hesabı, değiştik diyelim, ufak ufak AB'ci olalım mesela, liboşlar bayılır.
- Milliyetçiler n'olcak?
- Sizinkiler Apo'yu affetti desek...
- Şahane.
- Başı açık kadın lazım.
- Peruk takayım...
- O kadarını yemezler.
- Ayarlarız bi tane.
- Ayarla, koy vitrine.
*
- Şimdi ne var?
- Belediye seçimi...
- Türbana oynayalım.
- Acele etme, erken.
- Merkezi yönetime son vericez, bundan böyle yerinden yönetim olcak diyelim, çaktırmadan özerklik ayakları yani... Kürtleri kafalarız.
- Ha yaşa be!
- Deniz kenarlarından sahtekar solcu başkan bulun iki üç tane, gösterin mamayı ihale mihale, transfer edin.
- Avanta kömür dağıtsak?
- Muhteşem.
- Bulgur da verin.
*
- Belediye tamam, sırada?
- Genel seçim...
- Globalleşelim biraz.
- Satalım diyosun yani...
- Yükte hafif pahada ağır ne varsa el aleme satalım, memleket kıymetlendi deriz, dünya bize hayran deriz, üç beş kırıntı da bizim kodamanlara atın, kessinler seslerini...
- Alkışlarlar bile.
- Alevileri kafalayalım mı bu sefer? Şöyle meraklısından bulsak bi tane, aday yapsak...
- Fıstık gibi olur.
- Uysalından olsun ama...
- Bi de dönek solcu bulun.
- O kolay, gani.
- Harmanlayın hepsini...
- Allaaahhh, AB'ye girdik diye havayi fişeği de fırlattık mıydı, davul zurna, tamamdır bu iş.
- Sonra, yüklenin türbana!
- Zıplasın asker...
- Muhtıra verene kadar...
- Verir bu kazmalar.
- Dadından yenmez valla.
*
- O da tamam, bu defa?
- Çankaya...
- Hepsi dinsiz diyelim.
- Şarapçı diyelim.
- Şimdi bak güzel kardeşim, seçildim seçildim, seçilemedim, hır çıkaralım, darbe yapıyorlar diyelim, açın söyleyin Amerika'dakine devamlı muhtırayı manşet yapsın, ekrandaki gözlüklü şişkoyu da arayın, ha bire muhtırayı gözüne soksun ahalinin... Çankaya'yı millet seçsin diye bi dalga atalım ortaya, o rüzgârla sen seçilirsin.
- Sonra?
- Boş ver sonrasını... Zaten sonrası gelene kadar bi daha değiştiririz, başkanlık maşkanlık rollerine geçeriz, biter gider. Kömürü de artırın bu arada, aman diim, n'olur n'olmaz.
*
- Evet beyler, sıradaki?
- Gene belediye...
- Bizde zam yok diyelim.
- Yuh!
- Diyelim ne var...
- Unutmuşlardır çoktan.
- Yemin edelim.
- Söyleyin bizim başkanlara birbirlerine devamlı ödül versinler, anket yaptırın, bizden en az 30 tane Türkiye'nin en
iyi belediye başkanı seçin, 40 hatta, Expo'yu aldık diye havayi fişek fırlatın, kendi kendinizi kültür başkenti seçin, dinler parkı açın, lale male dikin, tebrik edin birbirinizi.
- Ormana tapu
vercez diyin.
- Geçen seçim yaza denk geldi, kömür fazla iş yapmadı, alışveriş çeki ayaklarıyla harbi harbi para dağıtın, sağlama alalım. İftarları sokağa taşıyın, konserli monserli yapın, hokkabaz getirin, üç beş
yabancı turisti jüri diye kakalayın, rekor kırın.
- Amin.
*
- Bu sefer?
- Seçime daha çok var ama, işler sarpa sarıyor, yargı margı, laikler can sıkıyor, bi şey icat etmek lazım... Apoçiler de belediyede fena oy aldı zaten, başımıza iş çıkacak.
- Referandum patlatalım.
- Ne diycez?
- Mağduruz diyelim.
- Mağdur muyuz ki?
- Atın bunu salondan...
- Yargı darbeci diyelim, hukuku komple baştan yazıcaz diyelim, zararlı otları ayıklayalım.
- Nefis fikir.
- Kürtleri araklayalım.
- Çak... Biji.
- Milliyetçiler gıcık olmasın?
- Ben çıkayım milliyetçiler asıldı diye ağlayayım biraz, neler çektik biz, ne işkencelerden geçtik diyim, duygusaldır onlar, çoğu yer... Bi de sürgüne gönderilen solcudan şiir ayarlayın, dönek solcular gönül koymasın... Ama, düzgün ayarlayın ha, geçen defa yanlış adamın şiirini okuttunuz bana, madara olduk.
- Klip bile yaparız.
- Sonra dalarız askere...
- Gasteci profosör, alayına dümdüz...
- İçeri tıkalım.
- Fırsat bu fırsat rakip takunyalıyı da eleyelim, ihmale gelmez, Arapçı Filistinci olalım azcık.
- İsrail'e fırça kayalım.
- Cila.
*
- Ne var sırada?
- Gene genel seçim...
- Milliyetçi olalım bu sefer.
- Hay aklında bin yaşa!
- Maden orası, maden...
- Tufaya gelceklerini söylemiştim size, oraya yüklenin, Avrupa'da bi miting ayarlayın, AB'nin alayına fırça kayayım, girmiyoz lan diyim, vermiyoz Kıbrıs'ı diyim, bayrak yaptırın bol bol, mitinglerde avanta dağıtın.
- Kürtler bozulmasın?
- Onlardan zaten ekmek yok abi.
- Kapatın açılımı...
- Adayları da kapatalım mı?
- Kapatın gitsin.
- Çok bağırırlarsa?
- Bi kaçını açarız...
- Demokrasi dediğin böyle olur be, helal olsun.
- Son kullanma tarihi biten dönekleri de atın, yeni dönekler koyun, şıkır şıkır olsun vitrin.
- Ya türban?
- Bırak şimdi türbanı mürbanı, onlar cepte nasıl olsa...
- Sarışınları aday yapalım.
- Cillop.
- Bakarsın laik maik oluruz öbür seçimde, ufak ufak ayaklarını alıştıralım.


ne güzel anlatmış degil mi?

22 Nisan 2011 Cuma

CIA'in PKK Görünümlü Ajanları!


Türkiye'nin nasıl bir ateş çemberi içerisinde bulunduğunu anlamak için ülkemizde emelleri olan oyun kurucuların faaliyet alanlarını iyi tespit etmek gerekir..



Çok uluslu gizli servisler, oyunu kuracakları bölgelerde, kılcal damarlara” nüfuz ederek işe başlıyorlar..

Okurumuzun derleyip gönderdiği satırlardan yararlanıp bilgiye ulaşıyoruz..

“.. Amerikan Kürt Bilgi Ağı’nı (American Kurdish Information Network - AKIN) tanıyalım. Washington temelli bir başka yapı. Başkanı Kani Gulam kod adlı Abdülkadir Gündüz. Diyarbakır doğumlu. 1980 yılında CIA tarafından Nimet Gündüz adına düzenlenmiş sahte pasaportla Kanada’ya gitti. 1982 – 1985 arası Toronto Üniversitesi Uluslar arası ilişkiler Bölümü’nde okudu. Bu dönemde üniversite içinde küçük Birleşmiş Milletler modelinde Kürdistan temsilciliği bile yaptı! Aynı dönemde CIA ana karargâhında eğitim görmek maksadı ile mülakat için 6 kez Amerika’ya girdi.

Deşifre olmamak için sık sık kimlik değiştiriyordu. İlk olarak Barry Citron daha sonra Serena Citron kimliği ile yaşamaya başladı. 1993 yılında ise Kani Gulam kimliğini aldı. 1993 yılında CIA’in emri ile AKIN’ı kurdu. Türkiye karşıtı faaliyetlerde yardımcı olmak üzere CIA ona iki yardımcı verdi. Bunların özelliği üniversite yıllarında Kürtler üzerine eğitim görmüş olmalarıydı, bunlar Jennifer L. Carnahan ve Carrie Donovan’dır.

Kimliği deşifre olunca siyasi iltica talebinde bulundu ve senatör Robert Filner tarafından Türkiye’nin siyasi baskısı bahane gösterilerek savunma yapıldı ve kabul edildi. Filner Yahudi kökenlidir, İsrailli politikacı Ehud Barak’ın akrabasıdır.

AKIN’ın birde Leyla Zana’ya özgürlük kampanyası vardı. Eski Başkan Clinton’a bu konuda çok uzun ve Türkiye’yi yerden yere vuran bir dilekçe göndermişlerdi. Bu dilekçenin altında ise pek çok senatöründe imzası vardı. Bazıları Gary Ackerman (Yahudi) Howard Berman (Yahudi), Michael Bilirakis (Rum), Benjamin Gilman (Yahudi), Michael Pappas (Rum).

Geçelim Amerikan Kürt Merkezine (American Kurdish Center). Virginia eyaletinde 1998 yılında kuruldu. Başındaki isim Barbara Anne Lakeberg Dridi. CIA tarafından sağlanan burslarla Amerika ve Norveç’te Kürtler üzerine özel eğitildi. İngilizce dışında Fransızca, Norveççe, Almanca, İsveçce, Arapça ve Kürtçe dillerini iyi derecede konuşabilen tam bir uzman.

Amerikan Kürt Merkezinin görevi Amerika’ya yerleşen Kürtlere yardımcı olmak, yetenekli gördüğü Kürtleri CIA adına devşirmektir. Bunların dışında Kürdistan’da iş yapacak Amerikan şirketlerine İngilizce bilen elemanda yetiştiriyor. Fairfax,Virgina’da bulunan merkezin içinde Kürtçe kitaplardan oluşan bir kütüphane,Kürt tarihi ve folklorunu tanıtan bir Kürt müzesi de bulunmakta. 1998’de yapılan merkezin açılış törenine Mesud Barzani’de katılarak burada Özgür Kürdistan’ın kurulması için Amerika’nın gösterdiği yardımlar içim teşekkürler etti!..”

Bu satırların hiçbiri sır değil. Devletimiz onlarca yıldır bu bilgilere sahip..

Peki ne yapılmış!!?
Ne yapıldığını, bugün gelinen nokta ile çok net görebiliyoruz..
Lütfen sağduyulu olalım ve at gözlüklerini çıkaralım..Cennet vatanımaıza sahip çıkalım..

Öcalan Kendini Peygamber İlan Etmiş.

Adem Yavuz Arslan, Abdullah Öcalan'ın cuma projelerini ve yapılan planların gerekçelerini kaleme aldı.



On binlerce Kürt vatandaşın neye alet edildiğininin farkında olmadığını söyleyen Bugün Gazetesi Ankara Temsilcisi Adem Yavuz Arslan yazısında Öcalan'ın 'cuma açılımı'nı değerlendirdi.

İşte Arslan'ın o yazısı...


Bugün cuma...
Türkiye'nin her yerinde cuma namazları kılınacak. Fakat bir süredir birlik beraberlik sembolü olan bu namaz, Güneydoğu'da yeni bir fitneye araç yapılıyor.

Ortada çok tehlikeli bir senaryo var ve on binlerce dindar Kürt neye alet edildiğinin farkında değil.

Bugün bu projeyi irdeleyecektim.

Fakat YSK öyle bir basiretsizlik örneği sergiledi ki iki gündür her şey alt üst oldu. Neyse ki akşam saatlerinde bu hatalarından döndüler ve kriz şimdilik çözüldü.

Ama bu olay da gösterdi ki birileri Türkiye'nin sinir uçlarıyla oynamak için teyakkuzda.

Açıkçası bütün süreci başlatan ihbar mektubu, YSK'nın son dakika manevrası ve BDP'nin de bunu tepe tepe kullanma eğilimi 'önceden çalışılmış proje' izlenimi veriyor. Kaldı ki istihbarat kulislerinde somut bilgiler var.

Cuma ile ilgili projeye dönersek.

BDP yönetimi bir süredir 'devletin imamlarının arkasında namaz kılınmaz' diyerek camileri de bölme eğiliminde.

Konuya biraz yakından bakınca bu tercihin spontane gelişmediğini görebiliyoruz.

Sırasıyla özetlersek;

Öcalan, 28 Mart'ta kız kardeşi ile yaptığı görüşmede 'PKK'nın cuma namazlarına öncülük etmesi' talimatını verdi. Cuma namazı ise 'sivil itaatsizlik' kapsamında kurulan 'barış çadırları'nda kılınacaktı.

Bu radikal bir dönüşüm çünkü örgüt bugüne kadar Marksist bir çizgideydi. Ancak bir eksen kaymasının sinyalleri de geliyordu.

Zaten KCK'da dindar Kürtler'i kafalamak için 'Din Adamları Yardımlaşma Ve Dayanışma Derneği' kurmuştu.

'KCK İnanç Komitesi' ise 8 Nisan'da örgütün web sitesinden yaptığı açıklamada 'Bundan sonra Kürt halkının cuma namazlarını bu çadırlarda kılması gerekiyor' dedi.

KCK yapılanmasını bilenler bu ifadenin açık bir emir olduğunun farkındaydı. Aynı günlerde BDP lideri Demirtaş da "devletin imamlarının değil bizim imamlarımızın ardında saf tutulması gerekir" diyerek mesajı pekiştirdi.

Demokratik Özerklik gündemini toplumun her alanına yaymak isteyen BDP, cuma namazlarıyla da uzun yıllar soğuk baktığı dindar Kürtler'e el uzatmış oldu.

Oysa PKK Marksist-Leninist bir örgüt.

Uzun yıllar da dine uzak durdu. Ne zaman AK Parti bölgede varlık göstermeye başladı KCK Diyarbakır merkezli DİAY-DER'i kurdu.

Hatta DTK bünyesinde 6-7 Şubat 2010'da, Mardin'de inanç çalıştayı bile düzenlendi.

Öcalan'ın 'kişisel dönüşümü' ise dikkat çekici.

Mesela 'Din sorununa devrimci yaklaşım' kitabında hiç de yakışık olmayan ifadeler var. 'Oligarşik Cumhuriyet Gerçeği' isimli kitabında ise 'Kürtler Kürtlüğü terk ettikleri oranda İslamlaştılar (s12) ve benzeri ilginç tespitlere yer vermiş.

Öcalan 'Özgür Yaşamla Diyaloglar' isimli 2002 tarihli kitabında ise başka bir boyuta geçiyor. "Lise döneminde büyük felsefi bunalım yaşadım. Tanrı ile savaş verdim ve bu savaştan başarı ile çıktıktan sonra yarı Tanrı oldum" diyen Öcalan 1992'de Yalçın Küçük'e verdiği röportajda " PKK'nın çıkışıyla İslamiyet'i karşılaştırıyorum... Peygamber gibi konuşmak, peygamber gibi hitap etmek, nazarımda çok değerlidir. Kaldı ki peygamberce olmak niye kötü olsun!" diyor.

Öcalan'daki dönüşüm M. Ali Birand ile 1992'de yaptığı röportajda başka bir hal alıyor. Öcalan 'yurtdışına çıkışımı peygamberin Mekke'deki sıkışmış durumuna benzetirim" demiş.

AİHM'e verilmek üzere hazırlanan 'Sümer Rahip Devletinden Halk Cumhuriyetine Doğru" isimli savunmasında ise "Namaz genel anlamda bir tiyatro olarak kabul edilebilir" diye başlayan uzun 'çözümlemeler' yapıyor ve sonunda 'tüm ibadetler çağın ihtiyaçlarına göre yeniden düzenlenmesi gerekir" (s234) diyor.

11 Eylül 2004'te Özgür Politika'daki yazısında Hz. İsa'ya da parantez açmış. "Doğuş, oluşum tarzım, sistemin içine giriş, muhaliflik ve yakalanış tarzım Hz. İsa öyküsüne öz ve biçim olarak yakın durmaktadır. PKK başlangıçta on iki kişi civarındaydı."

Görüldüğü gibi Öcalan'ın dinle ilişkisi dönemsel ve biraz da karışık.

BDP'de kafası karışık başkaları da var. Mesela BDP'li İbrahim Binici 26 Temmuz'da yaptığı açıklamada muhtelif yerlerde 'Kürt Kilisesi' kurmaktan bahsetmişti. Ayla Akat ise 'gönül isterdi ki bütün Kürtler Müslümanlığı bırakıp Hıristiyan olsun" mealli açıklamalarıyla hatırlanıyor.

Bu arada hatırlatalım, kurulduğu günden bu yana dine uzak duran, hatta örgüt içi eğitimlerde Öcalan'dan bir 'Tanrı gibi' bahseden PKK yöneticileri işlerine geldiğinde dini kullanmaktan çekinmiyorlar.

Şemdin Sakık'ın ifadelerinde köylüleri kandırmak için nasıl mevlit okuttukları bile vardı.

Fakat aynı PKK, 1992-1996 yılları arasında 41 din görevlisini şehit etmişti. Son olarak da bir Ramazan günü Hakkari'nin çok sevdiği imam Aziz Tan'ı şehit etmişlerdi.

Yani, bugüne kadar nabza göre şerbet veren Öcalan şimdilerde yine dine sarıldı.

Mısır'da başlayan ve diğer Ortadoğu ülkelerine yayılan halk gösterilerinde cuma namazının bir sembol olduğunu gören Öcalan şimdi Diyarbakır başta olmak üzere doğu illerinde PKK'nın imamlarına 'ayrı cuma kıldırın' talimatı veriyor.

Böylece hem dindar Kürtler'i AK Parti'den kopartacak hem de Mısır benzeri bir ayaklanma gerçekleşecekse şimdiden zemin hazırlanmış olacak.

Şimdi bugünkü namazda ayrı saf tutanlara sormak lazım.

Nasıl bir tuzağın içine çekildiğinizin farkında mısınız?

21 Nisan 2011 Perşembe

Belediyenin Kepçesini Polisin Üzerine Sürdüler

Diyarbakır'da YSKnın 12 bağımsız adayı veto kararını protesto etmek isteyen göstericiler polisle çatıştı. BDP binası önüne getirilen belediyelere ait iş makineleri polisin üzerine sürülünce, çevik kuvvet ekipleri, araçların camlarını taş ve coplarla kırdı.


Diyarbakır’da YSK’nın veto kararını protesto etmek isteyen yaklaşık 5 bin kişi BDP il binası önünde ellerinde Abdullah Öcalan ve PKK flamaları ile 5 Nisan Mahallesi’ndeki demokratik çözüm çadırına yürümek için toplandı. BDP Mardin Milletvekili Emine Ayna, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir, bağımsız milletvekili adayı Nursel Aydoğan, BDP Yenişehir İlçe Başkanı Baki Karadeniz, Emniyet Müdür Yardımcısı İlyas Burunak ile görüşerek, yürümek istediklerini söyledi.

BU ŞEKİLDE YÜRÜYEMEZSİNİZ

Emniyet Müdür Yardımcısı Burunak, "Emine hanım, bu şekilde yürümenize izin veremem. Örgüt bayrakları, molotof kokteylleri, bazı bez parçaları ve yüzleri maske ile örgüt propagandasının yapılmasına izin veremeyiz" dedi.

İŞ MAKİNALARIYLA BARİKAT KURDUK

Bunun üzerine Emine Ayna, "Ya bırakın Allah aşkına. Bu ülkenin başbakanının görüştüğü bir kişi için bez parçası diyemezsiniz. Bakın size kolaylık sağlansın diye bir güzergah seçtik" dedi. Burunak ise "Emine hanım bu iş makinlarının ne işi var. Yani bunu neden yapıyorsunuz" sorusuna karşılık Ayna, "Açık söylemek istiyorum. Polislerin ve polis araçlarının binamıza girmemesi için barikat kurduk bu araçlarla" dedi.

MASKELİ GÖSTERİCİLER POLİSE SALDIRDI

Yürüyüşe izin verilmemesi üzerine BDP’liler kısa bir durum değerlendirmesi yapmak üzere Emniyet Müdür Yardımcısı Burunak’ın yanından ayrılırken, yüzleri maskeli göstericiler polise taş, molotof kokteyli ve havai fişeklerle saldırmaya başladı. Çevik kuvvet polisinin de karşılık vermesi sonucu ortalık bir anda savaş alanına döndü.

İŞ MAKİNALARI POLİSİN ÜZERİNE SÜRÜLDÜ

Olaylar sırasında Bağlar ve Yenişehir belediyelerine ait barikat olarak kullanılan bir traktör ve kepçedeki sürücüler, araçları resmi ve sivil polislerin üzerine hızla sürmeye başladı. Çevik kuvvet polisi taş, gaz bombası ve plastik mermilerle ateş ettiği traktör kepçeyi yaklaşık 200 metre sonra durdurdu ve araç sürücüsü gözaltına alındı.

POLİS İŞ MAKİNELERİNİ CAMLARINI TAŞ ATARAK KIRDI

Daha sonra barikat olarak kullanılan iş makinalerinin camlarını taş ve copla kıran çevik kuvvet polisi, araç lastiklerini ise bıçaklarla patlattı. BDP seçim otobüsüne de taş, cop, gaz bombaları ve plastik mermi atıldı. Göstericilerin girdiği BDP il başkanlığı binasına tazyikli su ile müdahale edilirken, binanı camları kırıldı.

Mardin Milletvekili Emine Ayna, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir, Diyarbakır bağımsız milletvekili adayı Nursel Aydoğan’ın içeride bulunduğu sırada parti binasına da biber gazı sıkan çevik kuvvet polisini, güvenlik şubeye bağlı polis memurları sakinleştirmeye çalıştı.

demokrasi adı altında oy kaygısıyla yapılanlar ,acılım ve gelinen netice...yazık......................

20 Nisan 2011 Çarşamba

Peki Doğan, Milliyet'i Nasıl Almıştı?

"Apdi İpekçi suikaste uğrayana kadar Milliyet'in satılmasına karşı çıktı." Bu satırlar medya devi Doğan'ın Milliyet'i alma sürecini anlatıyor!

“-Babam Milliyet'i satmaya mecburdu. Abdi Amca öldürülmüştü. O, hayattaki en yakın arkadaşıydı. Çok kırıldı, küstü. Devamlı öldürüleceğiz veya kaçırılacağız endişesiyle yaşıyordu. Üzerimize titrerdi. Babamın Milliyet'i satmasındaki en büyük neden başımıza bir şey gelebilir diye bizi korumak istemesidir.” (Sabah/ 13 Ocak 2007)

Bu sözler, Milliyet'in eski sahibi Ercüment Karacan'ın oğlu Ömer Karacan'a ait.. 1979 Şubat'ında uğradığı suikast sonucu hayatını kaybeden Abdi İpekçi son nefesini verinceye kadar Milliyet'in satışına engel olan isimdi. İpekçi öldürüldükten sonra Karacan iyice karamsarlaştı, sonunda da pes etti.

Gazetenin yeni sahibi o dönemde pek tanınmayan “sanayici” Aydın Doğan'dı. Doğan, Milliyet'in sahibi olmadan önce (8 Ekim 1979) başkanlığını Ercüment Karacan'ın yaptığı 'yeni' yönetim kuruluna girmişti.

Doğan, nasıl olmuştu da Milliyet'i satın alabilmişti?

“Statüko”nun “en muteber simalarından” Vehbi Koç'a yakınlığının bu süreçte etkisi olmuş muydu? Bu hususu yıllar yılı hep reddetti: “Koç'un benim yayın grubumla hiçbir ilişkisi yoktur” dedi.

Milliyet, 12 Eylül'le birlikte “Statükocu” yörüngeye yerleşti. Giderek Ordu'da en çok tutulan iki gazeteden biri oldu. “Statükonun Amiral Gemisi” Hürriyet'in 1994'te Aydın Doğan'a satılması, Milliyet'in vaktiyle yaşadığı el değiştirme hadisesi hakkında da yeterince fikir vermişti.

Hürriyet'in “Devlet Gazetesi” rütbesi zirveye çıkmıştı.

12 Eylül Kavşağı'nda Milliyet'i, on dört yıl sonra da Hürriyet'i “Statüko”nun kontrolü dışındaki sermayenin alabilmesi elbette mümkün değildi; buna izin verilmezdi!

Darbe destekçiliği, “Gizli Egemenler”in “psikolojik harekat” merkezi gibi çalışmak gibi “görev”ler, Doğan Grubu'nun başını çektiği Egemen Medya'nın temel işleviydi.

Doğan Medyası'nın siyasi iktidarlarla ilişkisini aslında “Gizli İktidar”ın “hükümetlere çektiği hareketler veya kimi zaman yaptığı ince ayarlar” bağlamında da düşünmek gerekir.

Grubun, 28 Şubat sürecinde 57 milyar dolar hortumlanırken sessiz kalması; adı uzun süre yolsuzluk dosyalarıyla birlikte anılmış kimi “Statükocu” siyasilerle birlikte hareket etmesi fazlasıyla manidardı.

Son dönemde, Statüko'nun hakimiyetini yitirmiş olması Doğan Grubu'nu çok zor durumda bıraktı.

Türkiye'nin gidişatını belirleme “ayrıcalıklarını” yitirdiler; siyasal süreçleri dizayn etme “iktidar”ından uzaklaştılar.

En önemlisi, Abdullah Gül'ün Çankaya'ya çıkmasını engelleyemediler. “AKP'nin kapatılmayışı”na fena içerlediler.

Aydın Doğan başbakanlara mektup yazmayı öteden beri seviyordu. Ne yazık ki, artık “mektup yazarak” bir başbakana “ayar” çekmesi mümkün olamıyor!

Ne yapıyor? Erdoğan'ın konuşmalarına “En son 12 Eylül döneminde böyle sarf sözler ediliyordu” diye göndermede bulunuyor. Radikal'indeki Mehmet Ali Kışlalı da “bu gibi durumlarda adetten olduğu üzere” 27 Mayıs'ı hatırlatıyor.

“Eskiden bize hareket çekenlerin başına bakın neler gelmişti?” demeye getiriyorlar, her ikisi de... Alışkanlıkları depreşiyor, eskiden olduğu gibi “darbelerle korkutmaya” çalışıyorlar; ama nafile.. “Kaybeden Statüko”nun kadim destekçileri 2008 Türkiye'sinde fevkalade zordalar...

Her “Ergenekon” bahsi açıldığında nedense ödleri kopuveriyor!

Aydın Doğan, Reuters'a “Tartışmanın ne kadar süreceği hükümete bağlı” diyor. “Başbakan'la kavgamız Ergenekon gündeminin ne kadar üzerini örterse o kadar iyi olur” diyecek değildi, ya!

Ya, Başbakan?

Almanya'daki Deniz Feneri davasında beklenen karar dün açıklandı. Derneğin üç yöneticisi “dolandırılıcılık” suçundan muhtelif hapis cezalarına çarptırıldılar. Dava dosyası Türkiye'ye intikal ettiği vakit, AKP hükümeti üzerine düşeni yerine getirmeye/gereğini yapmaya mecburdur.
ihmal ve yolsuzluk yok diyenler bakalım simdi ne yapacaklar..?

Adalete bak..!!! Gültan Kışanak ve Sabahat Tuncel

Kışanak istenilen belgeyi aldı

Gültan Kışanak mahkemeden YSK'nın istediği belgeyi aldı. Ayrıca Sabahat Tuncel'in adaylığını engelleyen hapis cezası ertelendi.

Sebahat Tuncel'in cezası ertelendi

İstanbul 7. Asliye Ceza Mahkemesi, BDP Milletvekili "Sebahat Tuncel" hakkındaki kararını açıkladı.

İstanbul7. Asliye Ceza Mahkemesi, BDP Milletvekili Sebahat Tuncel'in avukatlarının başvurusunu değerlendirerek, milletvekilliği adaylığına engel teşkil ettiği bildirilen 1 yıl 6 aylık hapis cezasını 6 ay hapse çevirip, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verdi.

Tuncel'in avukatı Baran Doğan, yaptıkları başvuruyu değerlendiren İstanbul 7. Asliye Ceza Mahkemesinin, müvekkilinin milletvekilliği adaylığına engel teşkil ettiği bildirilen 1 yıl 6 aylık hapis cezasının 6 ay hapse çevrildiğini ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verdiğini bildirdi.

Avukat Doğan, 2839 sayılı Milletvekili Seçimi Kanunu'nun 11. maddesine göre mahkum olunan ceza miktarı 1 yıl ve üstü olduğu takdirde seçilme yetersizliğinin tartışılabileceğini belirterek, bu kararın ardından, müvekkilinin seçilme yeterliliğinin tartışılamayacağını kaydetti.

Doğan, bugün kararla birlikte YüksekSeçimKuruluna başvuracaklarını bildirdi.


Adalet bu olsa gerek ysk ya bile geri adım attırdılar ya helal olsuN diyorum...

Fırından aclıktan ekmek çalana bile yıllarca hüküm verilirken bunlara yol veriliyor HELAL OLSUN.... AÇILIM DEDİKLERİ BU OLSA GEREK

Ukrayna da Çernobil,Japonya'da Fukuşima

Çernobil kazasının üzerinden 25 yıl geçti, ama tehdit hala sıfıra inmiş değil...

Bu hafta, Ukrayna'nın başkenti Kiev'de Çernobil nükleer santralinin üzerine yeni bir emniyet kaplaması inşa edilmesi amacıyla uluslararası bir konferans düzenleniyor.

Konferansta 550 milyon euro yardım taahhüdünde bulunuldu.

Ancak bu, beklentilerin çok altında kalan bir rakam...

Çernobil'in emniyet kaplamasının bir an önce yenilenmesi gerekiyor.

Çünkü mevcut kaplama erimiş durumda...

Nükleer santraldeki yüzlerce tonluk radyoaktif madde de dışarıya sızmaya başladı.


çernobil son durumu izle











Öte yandan,



Japonya'daki Fukuşima nükleer santralindeki krizin risk düzeyi dün yediye çıkarıldı.

Yedi, uluslararası ölçekte en yüksek risk seviyesi ve 1986'daki Çernobil felaketinin risk düzeyi de yediydi.

Fukuşima'daki krizin Çernobil seviyesine yükseltilmesi, radyasyon tehdidinin sanılandan çok daha ciddi olup olmadığı endişesine yol açtı.

Ancak uzmanlar, iki nükleer felaket arasında büyük farklılıklar olduğunu söylüyor.

japonya Fukuşima izle




Nükleer Erime Nedir? Japonya’daki Fukuşima Nükleer Santrali’nde Neler Oluyor?

Japonya’daki şiddetli deprem ve tsunaminin ardından Fukuşima Nükleer Santrali’nde nükleer erimenin başladığı tahmin ediliyor. Peki nükleer erime nasıl meydana geliyor ve ne gibi sonuçlara yol açabiliyor?

Japonya’daki Fukuşima Dayiçi Nükleer Santrali, BWR (Boiling Water Reactor) olarak tabir edilen, kaynar sulu reaktör tipi. Bu tür reaktörlerde yaklaşık yüzde 3 oranında zenginleştirilmiş uranyum dioksit (UO2) yakıtı kullanılır. Reaktördeki yakıt çubuklarının atom çekirdekleri parçalanarak ısı elde edilir. “Soğutucu“ olarak adlandırılan hafif su, belli bir oranda buharlaşır. Nem ayırıcı ve kurutuculardan geçen hafif suyun taşıdığı enerji, türbin jeneratör biriminde elektrik enerjisine dönüştürülür. Soğutulan su yeniden reaktör merkezine (kalbine) iletilir ve süreç aynı şekilde tekrarlanır.

Reaktörün kontrol altına alınması ve kapatılmasında kullanılan kontrol çubukları, kalp içerisinde düzgün bir ısı dağılımı sağlamakta kullanılan kalp içi çevrim pompaları ve bir kaza durumunda reaktör kalbini soğutan acil durum kalp soğutma sistemi, kaynar sulu reaktörlerin başlıca bileşenleridir. Böyle bir reaktörün içinde çok sayıda boru hattı bulunur.

Burada yakıt çubuklarındaki işlem kilit rolü oynar. Zenginleştirilmiş uranyumun atom çekirdeğinin parçalanması sonucu ortaya çıkan büyük enerji miktarı, suyun kaynaması için kullanılır. Bu esnada zengin enerji ihtiva eden nötronlar açığa çıkar. Bu nötronlar, diğer yakıt çubuklarında da nükleer tepkimeye yol açar.

Soğuma işlemi zaman alıyor

Bu devirdaimi kontrol altına almak ya da durdurmak için yakıt çubuklarının arasına “kontrol çubukları“ yerleştirilir. Bu kontrol çubukları, açığa çıkan nötronları absorbe eder. Reaktör eğer devre dışı bırakılmak, yani kapatılmak isteniyorsa da söz konusu kontrol çubuklarının aktif hale getirilmesi gerekiyor. Böylece yeni atom çekirdeği parçalanmalarının önüne geçilir. Reaktör soğumaya başlar. Ancak bu soğuma işlemi, reaktörün kapasite ve enerji üretim miktarına bağlı olarak belirli bir zaman alıyor. Soğumanın devam edebilmesi için elektrikli pompalar vasıtasıyla su devirdaiminin devam ettirilmesi gerekiyor.

Elektrik kesintisi durumundaysa durum kritik hâl alıyor. Reaktördeki basınç ve sıcaklık artmaya devam ediyor. Acil durum kalp soğutma sistemi devre dışı kalıyor. Eğer bu süreç durdurulamazsa yüksek basınç ve aşırı ısınma nedeniyle nükleer yakıt çubuklarının hasar görmesi, hatta tümüyle tahrip olması mümkün. İşte bu tahrip sürecine “nükleer erime“ deniyor.

En korkunç senaryo

Bu durumda yakıt çubuklarının muhtevası, yani uranyum ve parçalanmayla ortaya çıkan cesium gibi radyoaktif parçacıklar reaktörün kalbine sızıyor. Bu ise reaktör içinde kontrol edilemeyecek nükleer patlamalar meydana gelme tehlikesini de beraberinde getiriyor. Patlamalar, reaktör içindeki ısı ve basıncın daha da artmasına yol açabiliyor. Bu süreç kontrolden çıkarsa, o zaman reaktörde büyük bir patlama meydana gelmesi de kaçınılmaz oluyor.

İşte 25 yıl önce Çernobil nükleer santralindeki patlama da aynen bu şekilde meydana gelmişti . Böyle bir patlamanın ardından reaktördeki tüm radyoaktif parçacıkların atmosfere karışmasını önlemek artık imkansız hâle geliyor.

Facianın eşiğine gelindi

Fukuşima nükleer santralinde de benzer bir felaketin meydana gelmesi için hemen hemen tüm koşullar gerçekleşmiş durumda. Depremin ardından elektrik kesintisi meydana geldi. Dizel elektrik jeneratörleri de henüz çalıştırılamadı. Kaldı ki, jeneratörler devreye girse bile çalışma süresi son derece kısıtlı olacak.

Reaktör suyunun ısısı sürekli artıyor. Buharlaşmaya başlayan su, reaktör içindeki basıncın da yükselmesine neden oluyor. Vanalar açılarak hafif radyoaktif buharın bir bölümü dışarı verilmeye çalışıldı ancak bunda sadece kısmen başarılı olundu. Eğer nükleer erime gerçekleşir ve reaktörde patlama meydana gelirse, bunun olumsuz sonuçları sadece Japonya’yı etkilemekle kalmayacak; aynı zamanda tüm Pasifik bölgesi, büyük bir nükleer facianın eşiğine sürüklenecek.

Nükleer tehlike saçan Fukuşima Nükleer Santrali’ni işleten Tepco firması, durumun kontrol altına alınmasının altı ila dokuz ay süreceğini açıkladı. Tepco Yönetim Kurulu Başkanı Tsunehisa Katsumata’nın Fukuşima nükleer santralindeki deliklerin kapatılarak radyoaktif sızıntının azaltılmasının tahminen üç ay daha süreceğini belirtmesi, radyasyonun devam edeceğini de gözler önüne sermiş oldu.

Greenpeace’in yaptığı ölçümlere göre Japonya’daki radyasyon oranı kritik verileri geçmiş durumda. Örneğin nükleer santralden 60 kilometre uzaklıktaki Fukuşima kentinde bir saatte 4 mikrosievert radyasyon oranı tespit edildi. Bu seviyedeki radyasyonun 14 günlük dozu bir yıllık norma tekabül ediyor.

CHP'li Yıldız 10 Bin Genci Şifrecilikle İtham mı Etti?

CHP Gençlik Kolları Genel Başkanı İrfan İnanç Yıldız, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın YGS protestolarına ilişkin yaptığı "Biz de onların karşısına 5 bin, 10 bin genci koyarız ama gerilimden yana değiliz" açıklamasına "Sayın Başbakan, 10 bin kişiyi yürüt, şifreyi alan şanslı gençleri hep birlikte tanıyalım" sözleriyle yanıt verdi.Bildiğiniz gibi 


6 nisan 2011 ösym sınavında

gecen haftaki ygs sınavlarında usulsüzlük ortaraya cıkmıstı


CHP Gençlik Kolları Genel Başkanı İrfan İnanç Yıldız, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın YGS protestolarına ilişkin yaptığı "Biz de onların karşısına 5 bin, 10 bin genci koyarız ama gerilimden yana değiliz" açıklamasına "Sayın Başbakan, 10 bin kişiyi yürüt, şifreyi alan şanslı gençleri hep birlikte tanıyalım" sözleriyle yanıt verdi.

Yıldız, yaptığı açıklamada gençlerin önce sınavlara mahkum edildiğini, daha sonra sınav şifrelerinin "iktidar yandaşlarına" verildiğini, bunun üzerine sokağa çıkan gençleri Başbakan'ın tehdit ettiğini ifade etti. Başbakan Erdoğan'a "Sayın Başbakan, 10 bin kişiyi yürüt, şifreyi alan şanslı gençleri hep birlikte tanıyalım" diye seslenen Yıldız, "ÖSYM başkanının kendisini bile intihalci çıktı. Demek ki suç intihal yapmak, şifre dağıtmak, şifreyi almak değil; hakkımız ve geleceğimiz gasp edildiği için sesini çıkartmamış. Annemizin, babamızın ve tüm ailemizin emeği gasp edilmişken biz nasıl susabiliriz? Nasıl hiçbir şey olmamış gibi sonraki sınava hazırlanabiliriz? Nasıl sesimizi çıkarmadan derse konsantre olabiliriz? Peki, bütün birikimlerini bizi dershaneye göndermek için harcayan ailelerimiz nasıl sessiz kalabilir" diye sordu.

AKP'nin öğrencilerde ders çalışma şevki bırakmadığını, ailelerin de huzurunun kaçırıldığını kaydeden Yıldız, "Peki ne yapacağız? Ağabeylerimiz derdi ki, hak verilmez alınır. Biz susarsak kimse bize hakkımızı vermez. Biz bugün sokakta olduğumuz için şifreciler korkuyorlar. Biz ne sınavdan ne de Başbakanın 10 bin yandaşından korkuyoruz. Bir milyon 700 bin kişi olarak hakkımızı arıyoruz" dedi




18 Nisan 2011 Pazartesi

İnsanı Cehennemlik Yapan Sebepler!

İman edenler kendileri için cenneti umarlar; ancak hiçbir zaman cennete gideceklerinden ya da cehenneme gitmeyeceklerinden emin olamazlar.




Kıyamet gününde vuku bulacak ilginç sahnelerden biri cennet ehli ile cehennem ehli arasında cereyan edecek karşılıklı konuşmalardır; ki Allah-u Teala sonsuz lütfundan dolayı daha şimdiden o konuşmaları Kur’an-ı Kerim’de bizlere naklediyor ki ibret alalım ve şimdiden başımızın çaresine bakıp vakit geçmeden ve pişmanlığın fayda etmeyeceği gün gelip çatmadan kendimize ahiret azığı toplayalım ve o günde bizi cehenneme sokacak sebeplerden uzak durup, bizi cennetlik yapacak sebeplere sarılalım.
Kur’an-ı Kerim Müddessir suresinin 40 ila 47. Ayetlerinde bu konuşmayı şöyle naklediyor:

"(Cennettekiler, cehennem ehli olan) günahkârlara uzaktan uzağa şöyle sorarlar:

Sizi şu yakıcı ateşe sokan nedir? Onlar şöyle cevap verirler:

Biz namaz kılanlardan değildik.

*Yoksulu doyurmuyorduk.

*(Batıla, kötülüklere) dalanlarla birlikte biz de dalıyorduk.

*Ceza gününü de yalan sayıyorduk.

*Sonunda ölüm bize geldi çattı.”

Görüldüğü gibi cehennem ehli cehenneme giriş sebeplerini dört ana maddede sıralıyorlar:


1- Namaz kılmamak 2- Yoksullara yardım etmemek, onları doyurmamak 3- Batıl ve kötülük ehli olanlarla birlikte olup onların yaptığını yapmak, onlarla dost ve beraber olmak. 4- Ceza gününü (kıyameti) yalanlamak 

Evet bunlar bir insanı cehenneme götüren sebeplerdendir. Bu ayetten, sayılan bu sebeplerin ne kadar önemli olduğunu da anlamaktayız. Şimdi bunlar üzerinde biraz duralım.

1- NAMAZ KILMAMAK

Namaz bir insanın Allah-u Teala’ya kulluğunu belirtmesi için en büyük vesiledir. “Namaz dinin direğidir, bir çadır direksiz ve bir bina sütunsuz ayakta duramayacağı gibi namazsız bir insanın da din ve imanı ayakta durmaz.” (Hadis-i Şerif)

Bir başka hadiste: “Namazın dindeki yeri, başın bedendeki yeri gibidir.” buyrulmaktadır. Başsız bir bedenin hayatını sürdürmesi imkansız olduğu gibi, namazsız bir din anlayışının ve namazsız Müslümanlığın da insana bir faydası olamaz.

İşte bu yüzden sevgili Peygamberimiz bir hadisinde namazın önemini birde şu dille beyan etmektedir:

"(Allah’ı ) tanıdıktan sonra en üstün fariza, namazdır. (Kıyamet günü) kulun ilk hesaba çekileceği şey namazdır. Namaz kabul olursa (insanın) diğer amelleri de kabul olur. Namaz reddedilirse (yani İnsan namazsız olur veya kıldığı namaz kabul olmazsa), diğer amelleri de kabul olmaz, reddedilir."

Evet namazın önemi ve ehemmiyeti ve özellikleri hakkında yüzlerce ayet ve hadis mevcuttur ki onların az bir kısmını dahi nakletmek bu kısa yazıda mümkün değildir. Kısacası namazsız bir dinin dinsizlikle fazla bir farkı yoktur ve bahsettiğimiz ayetten de anlaşıldığı üzere insanın cehennem azabına dûçar olmasının başlıca sebeplerindendir. Allah cümlemizi gerçek namaz kılanlardan eylesin ve neslimizi Allah'a kul olan, namaz ve ibadet ehli, şeytanın şerrinden uzak bir nesil karar kılsın.

2- YOKSULLARI DOYURMAMAK
Bu şıktan maksat insanın fakir ve zavallı insanlara karşı duyarlı olması ve onlara karşı vazifesini yerine getirmesidir.

İnsanın sahip olduğu mal, mülk, servet kısacası her şey Allah-u Teala’ya aittir. Bu imkanları insanlara veren Allah, o servetinin bir kısmını da başka insanlarla paylaşmasını ve onların sıkıntılarının da giderilmesi için harcanmasını emretmiştir. Zekat, humus, sadaka veya diğer yardım şekilleriyle... Hatta Allah-u Teala emretmeseydi dahi insanın insanlık vazifesinin bir gereği olarak, zayıf ve düşkün insanlara elinden geldiği kadar yardımcı olmalıydı. İmkanı olduğu halde bunu yapmayan insanın, demek ki insanlıktan haberi yoktur. Böyle birisi de cehennemi hak etmiştir. .

İşte bu yüzden Allah-u Teala zekatı, humusu Müslümanlara farz kılmış ve sadaka vermek, fakirlere yardımcı olmak için büyük sevaplar belirlemiştir.

Burada konunun ehemmiyetinin daha iyi anlaşılması için, aşağıdaki hadislere dikkatinizi çekmek istiyoruz:

İmam Caferi Sadık’tan (a.s) nakledilen bir hadisi şerifte şöyle buyuruyor: "Kim bir kırat (az bir miktar) zekâtı vermekten çekinirse, (seçim onundur) isterse Yahudi olarak ölsün, isterse Nasranî (Müslüman olarak ölemez).” (el-Kafi , c.3, s.505)

Resul-i Ekrem (s.a.a): "Zekât vermeyen ateştedir." (Tefsir-i Ebi-l Futuh, c.1, s.697)

Hz. Ali (a.s): "Kimin malı çoğalır da onda olan (Allah ve kul) hakkını ödemezse, o mallar kıyamet gününde onu sokacak yılanlara dönüşür." (Bihar- Envar, c.96, s.29)

3- BATIL VE KÖTÜLÜK EHLİ OLAN KİMSELERLE HAŞİR-NEŞİR OLMAK

Evet insanı cehennemlik eden sebeplerden birisi de laûbalî, dinsiz imansız, Allah korkusu olmayan batıl ehli kimselerle arkadaşlık yapmak, onlarla birlikte olmak ve böylece hal ve hareketlerine iştirak etmektir.

Bakınız Kur’an-ı Kerim sapık ve imansız arkadaşlar tarafından yoldan çıkarılan kimselerin (kıyamet günü) pişmanlıklarını nasıl tasvir ediyor:

"O gün (nefsine ve başkalarına) zulmeden kimseler ellerini ısırarak şöyle der: Ah, keşke Peygamber’le birlikte bir yol edinmiş olsaydım! Vaah, yazıklar olsun bana, keşke filanı dost edinmeseydim! Çünkü o, gerçekten bana geldikten sonra, beni zikirden (Allah’ı hatırlamaktan) saptırmış oldu..." (Furkan,28-29)

Resul-i Ekrem (s.a.a) de arkadaş seçiminin önemini şu şekilde beyan etmektedir: "Kişi dostunun dini üzeredir; şu halde her biriniz kiminle dost olduğuna baksın." (Bihar-ül Envar, c.74, s.792)

İşte görüldüğü gibi dost ve arkadaşın insanın hayatında ne kadar önemli bir yere sahip olduğu bu ayet ve hadislerden iyice anlaşılmaktadır. Tek kelimede bir arkadaş insanı mümkündür ki cennetlik yapsın ve mümkündür ki insanı cehenneme giriftar etsin.

Hz. Emir-ül Mu’minin (a.s) şöyle buyurmuştur:

"Kötülerle oturmak, (insanın) iyi insanlar hakkında kötü zan beslemesine neden olur. İyilerle birlikte oturmaksa, kötüleri iyilere katar. İyilerin facirlerle (kötülük ehli olanlarla) oturması, onları facirlere katar. Kimin durumunu kestiremiyorsanız; dinini bilmiyorsanız, onun çevresine bakın. Eğer arkadaşları Allah’ın dinine bağlıysalar, o da Allah’ın dini üzeredir. Şayet arkadaşları Allah’tan başkasının dini üzere iseler, onun Allah’ın dininden nasipsiz olduğunu bilin. Çünkü Resulullah (s.a.a) şöyle derdi: "Allah ve âhiret gününe inanan bir kimse kafiri kardeş, faciri arkadaş edinmesin. Kim kâfiri kardeş ya da faciri arkadaş edinse, facirdir, kafirdir." (Bihar-ül Envar)

Yine şöyle buyurmaktadır:

"Kötü arkadaşla oturmaktan kaçın; zira o, kendisiyle birlikte olanı helak eder ve kendisiyle arkadaşlık yapanı alçaltır, bedbaht eder.” (Mizan-ül Hikme, c.5, s.299)

Allah Resulü (s.a.a) buyuruyor ki:


"Salih arkadaş yalnızlıktan daha iyidir; yalnızlık da kötü arkadaştan daha iyidir." (Bihar-ül Envar, c.15, s.51)

İmam Sadık (a.s) ise şöyle buyuruyor:


"Kalbinden bir öğüt vericisi, nefsinden bir alıkoyucusu ve kendisine doğru yolu gösterecek (salih) bir dostu olmayan kimse, düşmanın boyunduruğu altına girer." (Bihar-ül Envar, c.15, s.51)

KÖTÜ ARKADAŞIN ÖZELLİKLERİ

Resul-i Ekrem (s.a.a) kötü arkadaşı ölüye benzeterek şöyle buyurmuştur:

"Ölülerle oturup kalkmak kalbi öldürür." Ölülerle oturup kalkmak da nedir ya Resulullah?" diye sorulunca şöyle buyurdu: "İmandan sapmış ve Allah’ın hükümlerine boyun eğmeyen kimselerle oturup kalkmak, ölülerle oturup kalkmak gibidir.” (Bihar-ül Envar, c.15, s.52)

Hz. Ali (a.s):

"Kötü arkadaş, Allah’a karşı isyanı senin gözünde süslü (ve güzel) gösteren kimsedir." (Bihar-ül Envar, c.15, s.52)

Allah Resulü (s.a.a): "İnsanların en akıllısı cahillerden kaçan kimsedir." (Bihar-ül Envar, c.15, s.52)

İmam Muhammed Bâkır (a.s):

"Şu dört kişiyle dost ve arkadaş olma: Ahmak, cimri, korkak ve yalancı. Çünkü ahmak, sana yarar vermek isterken zarar verir; cimri de senden alır, ama sana vermez; korkak ise (tehlike anlarında) senden ve ebeveyninden kaçar; yalancı da bazen doğru konuşsa da sözüne inanılmaz." (Bihar-ül Envar, c.15, s.52) 

İmam Zeyn-ül Abidin (a.s) ise kötü arkadaşları şöyle tanıtıyor:


"Fasık kimseyle arkadaş olma; çünkü bir karın yemeğe veya ondan daha aza seni satar. Ahmakla dost olma; zira o sana fayda vermek isterken zarar verir.Cimri insanla dost olmaktan kaçın çünkü o kendisine en çok muhtaç olduğun zaman seni yalnız bırakır. Yalancıyla arkadaşlık yapma; çünkü yalancı serap gibidir; uzağı yakın ve yakını ise sana uzak gösterir." (Tuhef ul Ukul, s.279)

Hz. Ali (a.s): "Fasıklar, facirler ve açıkça Allah’a karşı günah işleyenle arkadaşlık yapma.” (Mizan-ül Hikme, c.5, s.304)

Hz. Ali (a.s): "Akıllı düşman, cahil dosttan daha iyidir." (Mizan-ül Hikme, c.5, s.304)

İmam Rıza (a.s): "Cahille arkadaş olan (sürekli) zahmete düşer." (Mizan-ül Hikme, c.5, s.304)

İmam Sadık (a.s): "İnsanlar arasında üç kişiyle arkadaşlık yapma: Hain, Zalim ve söz taşıyan. Zira insan için (başkasına) hıyanet eden kimse, sana da hıyanet eder; senin için başkasına zulüm eden kimse (bilahare) sana da zulüm eder ve sana zulüm getiren kimse sonrada senden başkasına söz götürür." (Bihar-ül Envar, c.78, s.230)

Hz. Ali (a.s): "insanların kusurlarını araştırıp duran kimselerle oturup kalkma; zira onlarla arkadaşlık yapan onlardan selamet kalmaz.” (Mizan-ül Hikme, c.5, s.304)

Resul-i Ekrem (s.a.a): "Kendisi için istediğini senin içinde isteme-yen kimsenin dostluğundan sana bir hayır gelmez.” (Bihar-ül Envar, c.74, s.198)

İmam Sadık (a.s): "Aşağılık insanlarla haşir neşir olma; zira onlarla birlikte olmak insanı hayra götürmez." (Bihar-ül Envar, c.78, s.249)

İmam Zeyn-ül Abidin (a.s) oğluna şöyle vasiyet ediyor: "Yavrum akrabalarıyla ilişkisini kesen kimselerle arkadaşlık yapma; zira ben böyle birinin Allah’ın kitabında üç yerde lanetlendiğini gördüm...” (Nur-us Sekaleyn, c.4, s.45)

İmam Sadık (a.s): "Şunu bilin ki dünyada Allah’ın (Azze ve Celle) rızasından yoksun bir şekilde gerçekleşen her dostluk, kıyamet günü düşmanlığa dönüşür." (Nur-us Sekaleyn, c.4, s.612) 

Hz. Ali ( a.s): "Onu bunu ayıplayan gıybet eden kimseyle arkadaş olma; yoksa sen de zan altına girersin." (Mizan-ül Hikme, c.5, s.304)

İmam Ali (a.s): "Kötülerle arkadaşlık yapmak, insana kötülük kazandırır; rüzgarın pis kokulu bir yerden geçtiğinde kendisiyle kötü kokuyu başka yerlere taşıdığı gibi.” (Mizan-ül Hikme, c.5, s.302)

Kısacası insan, imandan yoksun, fâsık, Allah’ın hükümlerine boyun eğmeyen, insanı günahlara teşvik eden, zalim, söz taşıyan, hep başkalarının kusurlarıyla uğraşıp duran, kendisi için istediğini başkası için istemeyen, aşağılık olan, akrabalarıyla ilişkisini kesen, onu bunu ayıplayıp gıybet eden kimselerle arkadaşlık yapılaması nehy edilmiştir.

Bütün bunlara karşılık iyi ve dost olmaya layık kimselerin de özellikleri hadislerde beyan edilmiştir. İşte bunlardan bazı örnekler:

İYİ ARKADAŞIN ÖZELLİKLERİ
Hz. Ali (a.s) şöyle buyuruyor: "Bütün dostlar (bilahare bu dostluklardan ötürü) pişman olurlar; muttakiler hariç." (Nur-üs Sekaleyn, c.4, s.612)

Yani takva ve Allah rızası üzere kurulan dostluklarda hiçbir zaman pişmanlık olmaz.

Hz. Ali (a.s): "Hikmet sahibi insanlarla arkadaşlık yap; ilimli insanlarla otur kalk ve dünyadan yüz çevir ki Cennet-ül me’vada yer alsın." (Mizan-ül Hikme, c.5, s.301)

Yani bunlar insanın cennette girmesine vesile olur.

Hz. Ali (a.s): "Akıllı dostla arkadaşlık yapmak, ruhun hayatıdır." (Mizan-ül Hikme, c.5, s.301)

Hz. Ali (a.s): "Çok arkadaş edinmek isteyen adamların, neden akıllı ve takvalı âlimlerle arkadaşlık yapmamalarına şaşarım; onlar ki faziletleri insana fayda verir, ilimleri insanı tehzip edip temizler ve arkadaşlıkları insana ziynet olur.” (Mizan-ül Hikme, c.5, s.302)

Resul-i Ekrem (s.a.a): "İnsanların en mutlusu saygı değer ve haysiyetli insanlarla oturup kalkanlarıdır." (Bihar-ülEnvar, c.74, s.185)

Resul-i Ekrem (s.a.a): "Cennet bahçesinden bir bahçe gördüğünüz zaman ondan yararlanın." Nedir bu cennet bahçesi ya Resulallah, diye sorulunca: "Mu’minlerin toplantılarıdır." diye cevap verdi. (Bihar-ül Envar, c.15, s.51) 

Resul-i Ekrem’in (s.a.a) nakline göre havariler Hz. İsa’ya (a.s): “Kiminle oturup kalkalım?” diye sorunca: Hz. İsa (a.s) şöyle cevap verdi: "O kimseyle oturun ki onu görmeniz size Allah’ı hatırlatsın, konuşması sizin ilminizi artırsın, ameli sizi ahirete meyillendirsin." (Tuhef-ul Ukul, s.81)

Hz. Ali (a.s): "Allah’a itaat etmek için insana yardımcı olan kimse arkadaşların en üstünüdür." (Mizan-ül Hikme, c.5, s.313)

İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: "Arkadaşlığın (bir takım sınır ve ölçüleri vardır ki), onlara sahip olmayan gerçek dost ve arkadaş sayılmaz:

1- Sana karşı gizlisi ve aşikârı aynı olmalı;

2- Senin güzelliğini kendi güzelliği ve senin kusurunu kendi kusuru bilmeli;

3- Bir makam veya servet, onu sana karşı değiştirmemeli;

4- Gücü yettiği şeyi senden esirgememeli;

5- Musibet ve sıkıntı zamanlarında seni terk etmemeli, yalnız bırakmamalı." (Bihar-ül Envar, c.78, s.249)

Hz. Ali (a.s): “Arkadaş arkadaşına üç şey de sahip çıkmadığı zaman gerçek arkadaş sayılmaz; musibet zamanında, gıybeti edildiği zaman ve vefat ettiği vakit.” (Mizan-ül Hikme, c.74, s.163)

Hz. Ali (a.s): "Gerçek arkadaş, arkadaşını zulüm ve haksızlıktan alı koyan, iyilik ve ihsan etmesine yardımcı olan kimsedir." (Mizan-ül Hikme, c.5, s.311)

İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: "Dostlarınızı iki huyla deneyin; bu iki huy onlarda olursa, onlarla dostluğunuzu sürdürün; olmazsa onlardan uzaklaşın; namazlarını vaktinde kılmaya dikkat etmeleri; dar ve geniş günlerinde kardeşlerine iyilikte bulunmaları.” (Vesail-üş Şia, c.2, s.20)

Yine şöyle buyurmuştur:
 "Kardeşlerimin bana en sevimlisi, kusurlarımı bana hatırlatan kimsedir." (Vesail-üş Şia, c.2, s.205)

İmam Sadık (a.s) yine şöyle buyurmaktadır: "Üç defa sana kızıp da hakkında kötü bir şey söylemeyen kimseyi kendine arkadaş seç." (Bihar-ül Envar, c.74, s.173)

Yine şöyle buyurmuştur: "Bir arkadaşı üç şeyde imtihan etmediğin müddetçe ona arkadaş deme: Gazaplandığı sırada gazabının onu haktan batıla çıkarıp çıkarmadığına bak; dinar ve dirhem (dünya malı) düşkünlüğü ile imtihan et ve onunla yolculuk yap.” (Bihar-ül Envar, c.74, s.180)

Hz. Ali (a.s): "Arkadaş, zorluk zamanında imtihan edilir.” (Mizan-ül Hikme, c.5, s.312)

Hz. Ali (a.s): "İnsan güç kaybettiği zaman gerçek dost düşmandan belli olur. " (Mizan-ül Hikme, c.5, c.312)

Evet buraya kadar insanı cehennemlik eden sebepleri cehennem ehlinin dilinden öğrendik ve bunların üçüncüsü olan arkadaşlık meselesi ve kötü arkadaşın rolünü ve diğer detaylarını önemli olduğu için biraz geniş olarak ele aldık. İnşallah hepimize faydalı olur.

KIYAMET GÜNÜNÜ YALANLAMAK

Evet, sebeplerden birisi de ceza günü yani kıyamet gününü yalanlamak olarak beyan etmişlerdi cehennem ehli. Bu sebep de oldukça önemlidir ve geniş bir bahis olduğu için o konuya girmiyoruz ve isteyen kardeşlerimize Caferilik sitesinin inançlar bölümündeki ilgi bahsi okumalarını tavsiye ediyoruz. Allah-u Teala bizleri her türlü şeytani vesveselerden ve insanı cehennemlik yapan günahlardan, sebeplerden korusun. Bizleri kendi rızasına ve cennet nimetlerine kavuşan kullarından eylesin inşallah. Âmin!

Wikileaks belgelerindeki kripto

Eski ABD elçisi Jeffrey'nin cemaatin Türkiye'deki rolüne ilişkin kriptosu yayımlandı...

İnternet sitesi Canada Free Press’in haberine göre, ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi James Jeffrey, 2009’da yazdığı bir kriptoda, Gülen’in ABD ve Müslüman ülkelerdeki okullarında “öğrencilerin beyninin yıkandığı” belirtiliyor. Gülen’i, Pennsylvania’da “sürgünde” olmasına rağmen “siyasi bir fenomen” olarak nitelendiren Jeffrey, aralarında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün bulunduğu AKP liderlerinin “Gülen’in kuklası” gibi göründüklerini yazdı.
Jeffrey kriptoda, Gülen hareketinin “Türk hükümetinin kontrolünü ele geçirdiğini ve giderek artan şekilde İsrail ve ABD karşıtı haline gelen politikaları dikte ettirdiğini” de belirtti.
Haberde, kısa süre önce yayımlanan diğer gizli belgelere göre, Gülen yandaşlarının Türkiye’de “ordu ile çatışma halindeki” 200 bin kişilik güçlü polis teşkilatını yönettiği kaydedildi. Bir belgede de, Amerikalı diplomatların “Türk polisinin Gülen cemaati üyelerinin kontrolünde olduğunu doğrulamak mümkün değil, ancak bunu reddeden kimseyle de karşılaşmadık” ifadesinin yer aldığı belirtildi.
Haberde, Gülen hareketi içinde üst düzey görevlerde bulunduktan sonra hareketten ayrıldığını söyleyen Nurettin Veren’in, “güvenlik yetkilileri arasında imamlar bulunduğu ve birçok komiserin imamlardan emir aldığı” yolundaki sözlerine de yer verildi.
Canada Free Press haberinin başlığında “Yeryüzündeki en tehlikeli İslamcı” diye söz ettiği Gülen’in, ABD’de 140’tan fazla okulu bulunduğu halde ABD antiterör yetkilileri, Amerikan medyası ve kamuoyunun ilgisini çekmediğini de yazdı.
Gülen’in Pennyslvania’dan uluslararası operasyonlarını yönettiğini kaydeden Canada Free Press, Gülen’in 25 milyar dolarlık bir mal varlığına hükmettiğini ve AKP’nin faaliyetlerini yönetmeye devam ettiğini kaydetti.
 
Cumhuriyet


YSK'dan 12 bağımsıza veto!

YSK'dan veto!

Yüksek Seçim Kurulu, aralarında Hatip Dicle, Leyla Zana, Sabahat Tuncel ve Gülten Kışanak'ın da bulunduğu 12 bağımsız milletvekili adayının adaylıklarını veto etti.
YSK, bu bağımsız adayların milletvekili seçilme yeterliliğini etkileyecek eski mahkumiyetleri bulunduğu gerekçesiyle adaylıklarını iptal etti.
YSK'nın yasak getirdiği adaylar arasında Ertuğrul Kürkçü, Harun Özelen, Abdullah Kızılay, İsa Gürbüz, Çiçek Otlu, Salih Yıldız, Şerafettin Elçi ve Nezir Sincan da var.

AA muhabirinin aldığı bilgiye göre, Kurul, bağımsız milletvekili adayları ile siyasi partilerin milletvekili geçici aday listeleri üzerindeki incelemelerini bugün tamamladı.
Bağımsız milletvekili adaylarının adli sicil kayıtlarını inceleyen YSK, 12 bağımsız milletvekilinin sabıka kayıtları bulunduğunu tespit etti.
Kurul, milletvekili seçilme yeterliliğini etkileyecek eski mahkumiyetlerinin bulunduğu gerekçesiyle aralarında Hatip Dicle, Leyla Zana, Gültan Kışanak ve Sebahat Tuncel'in de bulunduğu bu kişilerin milletvekili adaylıklarının iptaline karar verdi.
Hatip Dicle ve Leyla Zana ile İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel'in milletvekili adaylığını engelleyecek eski mahkumiyetleri nedeniyle sabıka kayıtları bulunduğunu tespit eden Kurul, Sebahat Tuncel'in "geçen seçimde milletvekili seçildiği tarihten hemen sonra adli sicilinin kayda girdiğini, bu nedenle bir önceki seçim döneminde yapılan incelemede sabıkasız olarak görüldüğünü" tespit etti.
Diyarbakır Milletvekili Gültan Kışanak'ın ise adli sicil kaydında kızlık soyadıyla arandığında milletvekili seçilmesini engelleyecek sabıka kaydı çıkması nedeniyle milletvekili adaylığının iptal edildiği öğrenildi.

BDP'den sert tepki

BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, karara "Siyasi operasyon siyasi tasfiye, devlet bölgeyi AKP'ye teslim etme kararı almış" sözleriyle tepki gösterdi.
Sırrı Sakık ise "Bu keyfiyet devletinde olur, hukuk devletinde olmaz bu karar siyasidir" dedi..

sözün özü..

Ceza Mahkumiyeti Sonunda Devlet Memurluğunun Sona Ermesi nasıl normalse ceza mahkumiyeti olan vatandaşın siyaset yapmaması da normaldir..

                                                     oyun içinde oyun mu.

Daha önce Galiba Selahattin Demirtaş söylemişti siyasi taleplerimiz yerine getirirlirse,biz milletvekili de olmayız diye,daha sonra BDP nin AKP lehine seçimlerden çekileceği konusunda,duyumlar alındı.Bence danışıklı dövüş.AKP ile BDP arasında gizliden siyasi talepler konusunda anlaşma var ise, tepki çekmemek için ,AKP ile BDP arasında türkiyenin geleceğini,var olması yok olması konusunda bir oyun oynanıyor mu acaba .Lütfen herkes  uyanık olsun.

Bir Leyla Zana Hikayesi!

Başbakan’ın gündeminde CHP ve MHP’nin aday gösterdiği Ergenekon sanıkları var.. Erdoğan sık sık "Buradan, MHP'ye, CHP'ye soruyorum; siz milletin iradesini mi temsil ediyorsunuz, Silivri'nin iradesini mi?" diye soruyor..

Üzerinde pek durmadığı ise.. BDP adayları.. Oradan PKK icazetli kimliklerin TBMM’ye nasıl hazırlandıkları da aşikâr..

PKK temelli listenin en önemli yıldızı hiç kuşkusuz Leyla Zana’dır.. Ve hiç kuşkusuz arşivler Leyla Zana hikayeleri ile doludur..

Şöyle bir bakalım neler var!!?

***

BUGÜNLERDE o günler "devletin sivilleri infaz ettiği günler!" diye sunuluyor.. Bir başka tanımla bakarsak, Türk devletinin tasfiyesi, PKK stratejisinin nihai hedeflerindendir diyebiliriz....

Bu çerçevede "alıştırılmaya" çalışılan kamuoyuna yapılan sunumları hatırlayalım..

Çatışmada ölen PKK militanları, "infaz edilen siviller!.."

Hesaplaşmada ölen, PKK-devlete sızmış çete taşeronu uyuşturucu kaçakçıları- ise "demokratik arayışları nedeniyle öldürülen Kürt işadamları!.."dır!..

Şimdi burada, Devletin infazından, karanlık örgütlenmesinden dem vuranların hiç üzerlerinde durmadıkları, yok saydıkları bazı olaylardan söz edelim..

DYP-SHP koalisyonu kurulmuş, Demirel Başbakan, İnönü yardımcısı...

Zanagiller, SHP durumundan TBMM’deler...



O günlerde İstanbul Polisi büyük bir uyuşturucu operasyonu yapıyor.. Uyuşturucu baronu Savaş Buldan’ın evini basacak.. Evde, PKK bağlantılı külliyetli miktarda uyuşturucu var.. Polis eve giremiyor, çünkü içeride Leyla Zana ve kocası Mehdi de var!.. Leyla’nın dokunulmazlığı polisi durduruyor. Abluka sürüyor ama bir süre sonra İstanbul Emniyet Müdürü bizzat Başbakan’dan gelen talimatla operasyonu geri çekiyor!..

Zana ve o ekip, Apo adına Türkiye’yi kilitliyor... PKK militanları, Orhan Doğan’ın yanında TBMM’de dolaşıyor, yaralılar Ankara’da bu vekillerin kontenjanından tedavi görüyor!.. Leyla Zana, Apo’dan gelen “elçi!”yi DYP’li Urfa Milletvekili Sedat Bucak’a götürüyor... Apo’nun adamı, Leyla’nın aracılığı ile Bucak’tan aşiretini ve Siverek’i PKK çetesine terk etmesini istiyor, bu durum polis tarafından tespit ediliyor...

Leyla Zana ile TBMM’nin yeniden "şenleneceği!!" kesindir.



Behiç KILIÇ'tan alıntıdır..


Ümit Fırat’ın, ‘Davayı yöneten, onu da yönlendiriyor’ dediği Leyla Zana’nın, 17 yaşında cezaevine girmesiyle başlayıp Meclis’e uzanan ve ani çıkışlarıyla süren hikâyesi. 
Leyla Zana, toplumu kutuplaşmaya sevk edecek sözler sarf etti yine. Geçtiğimiz cuma günü Diyarbakır'daki Demokratik Toplum Kongresi'nde konuşan Zana, Kandil'deki PKK'lı teröristlerin Türkiye'ye iadesiyle ilgili olarak Kuzey Irak yönetimine şöyle seslendi: “Güneydeki kardeşlerimize, 'kardeşlerinizin başını bize verin' diyorlar. İnanıyorum ki hiçbir şerefli Kürt, 'kardeşimi teslim edebilirim' diyemeyecek. Haysiyetli ve şerefli hiçbir Kürt, zindanlarda çürümesi için kardeşini teslim etmez.” 
Zana bununla da yetinmedi ve “Kürtlerin lideri” dediği teröristbaşı Abdullah Öcalan'ın İmralı'dan çıkarılıp “halkla buluşturulması şartıyla” kendince bir “söz” de verdi: “Söz veriyoruz ki, hepimiz silah tutanın önünde duracak, onlara karşı ayaklanacağız, terörist diyeceğiz. Eğer bunu yapmazsak o zaman biz teröristiz!”

Leyla Zana'nın “kritik” dönemlerde yaptığı bu tür kışkırtıcı çıkışlar yeni değil aslında. Türkiye onun ismini 1991 seçimleri sonrasında yaptığı prokovatif bir eylemle duydu zaten. Diyarbakır eski Büyükşehir Belediye Başkanı Mehdi Zana'nın eşi, daha önce birçok hareketin içinde bulunmuştu. Ancak hiçbir şey, onun Meclis'te yaptığı Kürtçe yemin kadar ses getirmedi. Başındaki sarı-kırmızı-yeşil renkli bağcıkla Meclis kürsünde “Yaşasın Kürt ve Türk halklarının kardeşliği” diyerek Kürtçe yemin etti. Bu sahne, Türk siyasi tarihindeki en provokatif olayların içinde yer aldı. Leyla Zana ismi o andan itibaren herkesçe bilinmeye başladı. Bir taraftan “haddini aşan kadın” diğer yandan “bir idole dönüşmeye başlayan kahraman” olarak…

Tahrik ve bölücülük suçundan cezaevine giren Zana, 10 yıllık tutukluluk döneminden sonra serbest kaldığında bazı Kürtler için bir kahramandı artık. Bazı fanatikleri onun için “eleştirilmez, dokunulamaz” diyerek, “Kürt Tanrıçası” sıfatını bile kullanmaya başladı. Gittiği her yerde büyük sevinç ve coşkuyla karşılanan Zana, zaman zaman Abdullah Öcalan'ı bile gölgede bırakıyordu. Tek başına yeni “irade” olarak özellikle kadınları peşinden sürüklemeye başlayan Zana hakkında şunları yazıyordu yazar Muhsin Kızılkaya, Esmer dergisinin 26. sayısında “Nicedir yok hayatımızda Leyla!” başlıklı yazısında: “Leyla Zana yaklaşık 15 yıldan beri, Kürt hareketinin başlı başına bir 'irade' teşkil edebilecek bir figürü değil miydi? Bir sürü şeyin sembolü, en öne fırlamış neferi değil miydi? On yıl boyunca hapishane kapılarında süründükten sonra, on yılını da hapishanenin içinde geçirmemiş miydi? Hayatının yarısını feda etmemiş miydi? Onca acıya katlanmış, arkadaşlarının pek sevdiği deyimle gereğinden fazla 'bedel' ödememiş miydi?”

POPÜLARİTE VE PROVOKATİF SÖYLEM

Kızılkaya'nın söyledikleri, Kürtlerin önemli bir kısmı için geçerliydi ve bu durum Zana'yı kahramanlaştırmaya yetecekti. “Güçlü”, “Kürt Kadını”, “bacı”, “abla”, “lider” sıfatlarıyla sempati kazanan Zana'nın söyledikleri, “hikmetinden sual olunmaz” minvalinde itibarlı görüldü hep. Bu durumu iyi fark eden Zana da, olmadık zamanlarda olmadık yerlerde yaptığı provokatif çıkışlarla hep gündeme taşındı, taşınıyor. Mensubu olduğu “hareketin” tabir yerindeyse beti benzi attığı sırada Zana ortaya çıkıyor ve bir şeyler söyleyerek âdeta dipte bir dalgalanmaya yol açıyor. Provokatif söylemler onun hırçınlığıyla bütünleşince hem etnik siyaset güden Kürtlerden büyük alkış alıyor hem de içinde bulunduğu çizgiyi besliyor.

Fevri çıkışlarını ve üstlendiği örtülü misyonu anlamak için Zana'nın 2004'te biten cezaevi hayatı sonrasındaki 3 yılına bakmak yeterli. O ve arkadaşları Diyarbakır'dan başlamak üzere çıktıkları Doğu ve Güneydoğu turunda adeta seçim mitingi yaptılar. Haziran 2004'te başlayan bu gezi sırasında ön plana çıkan isim hep Leyla Zana oldu. O konuştukça herkes susuyordu. Bu sırada terör örgütü PKK, 1 Haziran 2004 itibariyle sözde ateşkes kararını bozmuş ve eylem yapacağını duyurmuştu. Ateşkes kararını 6 ay daha sürmesini isteyen Zana, öyle bir açıklama yaptı ki, herkesi “Bunlar değişiyor mu?” sorusunu sordurmaya sevk etti. “Kan dökmek artık ne Kürtlere ne de Türklere bir yarar getirmeyecek.” Zana'nın bu “barış” yanlısı söylemiyle PKK ve Öcalan ikinci planda kaldı bir anda.

AVRUPA'YA GİDİP 'GÖRÜNMEZ' OLDU

PKK, Zana'yı bu tavrında dolayı eleştirip tehdit ediyor, Öcalan da ona tepki gösteriyordu. Fakat kazın ayağı hiç de öyle değildi. Öcalan'ın talimatıyla kurulan ve daha sonra partiye dönüşecek olan Demokratik Toplum Hareketi'nin içinde beliriverdi Leyla Zana. Derken Ekim ayında Avrupa Parlamentosu'nda 9 yıl önce kazanıp, hapiste olduğu için almadığı Sakharov (Rus bilim adamı insan hakları savunucusu) ödülünü alarak bir konuşma yaptı. Bu kez yine farklı bir açıklamayla gündeme geliyordu. “Kürtler azınlık değil aslî unsurdur” diyerek hiç de hesapta olmayan bir tartışmayı başlatıyordu. Zana'nın sözleri Avrupalı siyasilerde de kafa karışıklığına yol açtı.

Üzerine düşeni en iyi şekilde yapmaya devam etti şüphesiz... Bu kez 2005 Nevruz'unda Diyarbakır'da çıktı ortaya. Teröristbaşının ablası Fatma Öcalan'ın elini öptü. Kısa süre önce Öcalan ile 'kavgalı' olan Zana, el öperek yeni bir başlangıç yapıyordu. Bu olaydan sonra ortalıkta görülmemeye başladı. “İçinde bulunduğu siyasi hareketin kendisini dışladığı, rahatsız olduğu, köyüne çekip gittiği ve burada sakin bir hayat yaşamaya başladığı” söylendi. Kayıplara karışan Zana vaktinin çoğunu yurtdışında geçirdi. 2006 Nevruz kutlamalarında Leyla'nın ortaya çıkacağını bekleyenler yanıldı. Birileri “Ortalıkta görünme” dediği için kaybolmuştu sanki. Hatta DTP milletvekili Ahmet Türk onun için “Rahatsız biraz, dinlenecek.” bile dedi.

Leyla Zana'nın “bilinmeyen rahatsızlığı” bir yıl sonra Diyarbakır'daki 2007 Nevruz kutlamalarında tamamen geçmişti sanki. Meydandaki platforma çıkan Zana, Kürtçe verdiği “Merhaba Amed” selamıyla kalabalığı dalgalandırdı. Boynunda sarı, kırmızı ve yeşil renklerden oluşan tülbentle kalabalığa önce Türkçe sonra Kürtçe hitap etti. Kuzey Irak'taki Kürt liderlere ve teröristbaşı Öcalan'a övgüler yağdırdı: “Kürtlerin üç lideri var, Mam Celal, Kak Barzani ve Başkan Öcalan.”

Yeniden sahne almıştı Leyla Zana. 22 Temmuz seçimleri öncesinde DTP'nin bağımsız adaylarını desteklemek için İstanbul Kâğıthane'deki mitinge katılırken “Türkiye'deki baskıdan” şikâyet ediyordu. Leyla Zana, adayların hepsini desteklemiyordu şüphesiz; bir Aysel Tuğluk ya da Ahmet Türk, o kadar da önemli değildi onun için. Onun takdir ettiği ve desteklemesi gerektiğine inandığı arkadaşları vardı ve onların mitinglerine katılarak yandaşlarını seçim öncesi canlı tutmaya çalışıyordu.

'TÜRKİYE İÇİN BÖLÜNME VAKTİ!'

Zana Diyarbakır'daki mitinge “Bu barış elini son kez uzatıyoruz. Bu el geri çevrilirse bir daha ölene kadar kimseye barış elimizi uzatmayacağız!” diyerek Nevruz'daki gerilim havasını sürdürdü. Seçime iki gün kala yaptığı konuşmayla yine ortamı gerdi. “Kürdistan eyaleti” tezini ortaya atan Zana, “Ben de Kürdistanlıyım” dedikten sonra şöyle devam ediyordu: “Kürtler 1999 İmralı süreciyle bir stratejik değişiklik yaptı. Dediler ki 'sınırları çizmeye gerek yok, halklar birlikte el ele, gönül gönüle yaşayabilir. Yeter ki yönetici kadro bunu görebilsin. Çatışmasız, kavgasız halkımız bu süreci destekledi. Sekiz yıl bunu uygulamaya çalıştık. Siz ne yaptınız, hiçbir şey. Bir adım attınız, geri çekildiniz. Bu acıya ne gerek vardı. Demek ki doğru olanın önüne geçemezsiniz. Şimdi yapmanız gereken ilk şey Kürdistan eyalet sistemine geçmenizdir. Diğer bölgelerde de eyaletler kur. Bu, ülkenin bölünmesi demek değil, aksine ülkenin bütünleşmesi, bir arada yaşaması demektir. Her Kürt yaşadığı toprağın adını bilir, onu asla göz ardı etmez. Tarihin sayfalarına kaydırmaz. Bunun için Türkiye'nin eyaletlere bölünme zamanı gelmiştir. Ankara, Türkiye'yi eyaletlere böl ve Kürdistan eyaletini kur.”

DTP'DEN SONRAKİ PARTİNİN BAŞINA MI GETİRİLECEK?

Zana'nın seçim arifesinde Bingöl'de yaptığı bu tahrik dolu bölünme sözleri, onun Kürt gerçeğine aslında ne kadar vâkıf olduğunu da ortaya çıkardı. Kurmançi konuşan Zana'yı Zazalar hiç anlamadığı için konuşmasını Türkçe devam etmek zorunda kaldı. Nevruz'dan bu yana yaptığı açıklamalar yüzünden davalar açıldı. 5 yıl hapsi istenen Zana, Diyarbakır Savcılığı'na ifade verirken yine tahrik dolu sözlerini sürdürdü. Operasyonların sürdüğü, şehit cenazelerinin birbiri ardına geldiği dönemde verdiği ifadesinde Öcalan'ı bir “terör örgütünün” elebaşı olarak görmediğini açıkladı.

Çoğu zaman göz önünde olmayan; ama kimilerinin deyimiyle fotojenik kadın kişiliğiyle, “zaman ayarlı” açıklamalarıyla bölgede ilgi toplayan Leyla Zana'nın ani çıkışlarının sebebi nedir? Zana ailesini ve Leyla Zana'yı çok iyi tanıyan yazar Ümit Fırat, “Davayı kim yönetiyorsa Zana'yı da o yönlendiriyor” diyerek son noktayı koyuyor. Ortaya atılan; ama pek seslendirilmeyen bir iddiaya göre Leyla Zana, Demokratik Toplum Partisi'nin yıpranması karşısında kurulacak olan yeni siyasi partinin başına geçirilecek. Bu iddianın sahipleri, “Leyla'yı lider yapacak gücün, bu çıkışları yapması için zamanı ve söylemi ayarladığını” da ileri sürüyor. Tahrik kokan sert çıkışlarıyla Türkiye'nin siyasi hayatına 16 yıl önce giren hırçın kadın ile yeni bir “Leylalı siyaset” dönemi başlayacak mı acaba?

Şüphesiz bunu zaman gösterecek. Fakat, onun gündemden düşmeyeceği aşikâr. Leyla için siyaset 14 yaşından itibaren başlamıştı aslında. Ama onu kocasının önüne geçirecek hamleleri daha sonra kendisi belirleyecek ve kocası bile onu takip etmekte zorlanacaktı… 1961'de Diyarbakır'ın Silvan ilçesinin Bahçeköy adlı 8 haneli bir mezrada dünyaya gelir. Beş kız kardeş içinde en cevval olanıdır. Bu yüzden ailesi onu bir erkek gibi yetiştirir. Babası, Malabadi'de, Devlet Su İşleri'nde çalışıyordur. Leyla burada okula başlar; ancak bu pek uzun sürmez; bir yıl sonra ayrılır okuldan. O sırada Devrimci Doğu Kültür Ocakları'ndan dolayı (DDKO) cezaevinde bulunan teyze oğlu Mehdi Zana ile evlendirilmesine karar verilir. 1974'teki genel afla Mehdi Zana cezaevinden çıkar ve 20 gün içinde düğünleri yapılır. Aralarındaki yaş farkı 20'dir. “Ağabey” dediği Mehdi'nin artık eşidir Leyla. Evlendiğinde 14 yaşında olan Leyla, bu evlilikte pek zorluk yaşamaz ve kısa sürede yeni hayatına alışır. Zana çifti, Mehdi Zana'nın terzilik yapmasından dolayı Diyarbakır'a gelip yerleşir. Evliliklerinin ilk dört yılında dünyaya gelen çocuklarının ikisi çeşitli sebeplerden dolayı ölür. Ancak 1976'da doğan oğulları Ronay (ışık) Zana çifti için umut kaynağı olur.

KÂBUSLA GELEN AÇILIM

1977 seçimlerinde Mehdi Zana bağımsız olarak belediye başkanı seçilir. Muhsin Kızılkaya o yılları şöyle anlatıyor: “Diyarbakır Belediye Başkanı Mehdi Zana'nın eşi Leyla için kâbus dolu dört yıl başlar. O yıllarla ilgili Leyla'nın belleğinde kalmış en canlı anı odalar, salonlar dolusu misafirler ve onlar için hazırlanan çaylar, pişirilen yemekler...” Ancak eşinin belediye reisliği Leyla için yeni bir değişimi de beraberinde getirir. Bunu Ümit Fırat şöyle anlatıyor: “Leyla, Mehdi ile evlendikten sonra öyle köylü kızı gibi kalmadı. Giyinmeyi, yerine göre davranmayı kısa sürede öğrendi. Nerede ne yapacağını bildi.”

Leyla Zana için politika ve siyaset bu tarihlerde pek önemli değildi. Ancak 12 Eylül darbesiyle yeni bir dönem başlar onun için, “etnik siyasetle kavrulma” dönemi… Kocası tutuklanıp cezaevinde gönderildiğinde oğulları Ronay 5 yaşındaydı; Leyla Zana ise kızı Ruken'e (güleryüz) hamile... Mehdi Zana'nın tutuklanması, Leyla için yeni bir hayatın başlamasına yol açar, siyasi çizgisi giderek netleşmeye başlar.

YAVAŞ YAVAŞ DEĞİŞİYORDU

Ümit Fırat'a göre, bunun sebebi Diyarbakır Cezaevinde mahkûmların başlattığı açıklık grevidir. Bir grup tutuklu yakını ile birlikte Leyla Zana Ankara'ya gelir. Burada çeşitli görüşmeler yapar. Ancak bu süreç bölgede gergin bir dönemin başlamasına sebep olur. Ümir Fırat, söz konusu gerginliği şöyle aktarıyor: “Açlık grevi vardı. Mehdi beni çağırmıştı. 1988 Ağustos'unda cezaevinde gidip görüşme yaptık. Leyla da vardı. Görüşme öncesi beklerken cezaevinin önünde bir arbede çıktı, polisle ziyaretçiler arasında. Oradan uzaklaştık. Leyla'ya 'sen birkaç gün burada gözükme, tanınan ve bilinen birisin' dedik. Ertesi gün ziyarete gittik ve sanki hiçbir şey olmamış gibi bizi içeri aldılar. Baktık ki Leyla da orada. 'Kız ne arıyorsun burada' dedim. 'Gitmedim ağabey' dedi. Görüşmeden sonra dışarı çıktık. Ronay ile Leyla'yı bekliyorduk. Leyla yanında birileriyle gelip 'ağabey çocuklarım sana emanet' deyince polisler beni de gözaltına aldı.”

CEZAEVİYLE GELEN SİYASİ SİVRİLİŞ

Diyarbakır Cezaevi'nin önündeki olaylardan dolayı 105 kişi gözaltına alınır; ancak bunların 50'si serbest bırakılır. Tutuklananların arasında henüz 17 yaşında olan Leyla Zana da vardır. Cezaevinde 50 gün kadar tutuklu kalır. Bundan sonra politik yönü daha ağır basan bir kimliğe bürünmeye başlar. Öyle ki 30 Nisan-1 Mayıs 1989 tarihinde Doğu ve Güneydoğu'daki mülteci kamplarını dolaşan Madam Danielle Mitterrand ile Ümit Fırat aracılığıyla görüştürülür. Ümit Fırat, Leyla'nın önce “Onlar Kürtleri ihmal ediyor, oyunun aktörleri bunlar. Neden görüşeceğiz ki?” diyerek görüşmeyi reddettiğini; ancak “Mehdi Zana'nın eşi olarak görüşmesi gerektiği” yönünde ikna edildiğini söylüyor.

PKK ÇİZGİSİNDEKİ LEYLA ZANA

1990'da Yalçın Küçük'ün denetimindeki haftalık Yeni Ülke gazetesinin Diyarbakır ofisinde Halkla İlişkiler uzmanı olarak çalışmaya başlar. Gazeteye girişiyle Leyla'nın değişim süreci daha da keskinleşir. Ümit Fırat, “Artık Mehdi'nin karısı değildi; Leyla Zana'ydı” diyerek durumu özetliyor. Bu süreçte HEP'in (Halkın Emek Partisi) kurulması, sosyolog İsmail Beşikçi'nin “Devletlerarası Sömürge Kürdistan” kitabı gibi faktörler Leyla ve arkadaşlarının çizgisini daha da katılaştıracaktır.

1991'de Mehdi Zana cezaevinde çıkınca ailesiyle birlikte İstanbul'a arkadaşlarının yanına gelirler. Ümit Fırat ve 70 kadar arkadaş grubu Zana'nın şerefine bir yemekte buluşur. Zana burada PKK çizgisine girdiğini iyice deşifre edecek, Ümit Fırat'a dönerek şöyle diyecektir: “Aydınlar çok geride kaldı, halk almış gidiyor.” Fırat, bu söyleme şöyle karşılık verecektir: “Eğer bir harekette halk, aydınların önüne geçmişse hapı yuttuk. Buna sevinilmez.” Leyla çok bozulur bu söze. Çünkü Leyla Zana bir dava kadını olmuştur ve inandığına toz kondurmak istememektedir. O günlerde kısa bir süreliğine yurtdışına giden Zana, daha sonra Türkiye'ye geri döner. Bu sırada faili meçhul bir saldırıyla öldürülen HEP Diyarbakır İl Başkanı Vedat Aydın'ın cenazesine katılır.

YARALANINCA YILDIZI İYİCE PARLADI

Binlerce insan katıldığı Diyarbakır'daki cenazede provokasyonlar sonucu çıkan arbedenin ardından güvenlik güçlerince kalabalığın üzerine ateş açılır. 7 kişinin öldüğü olayda yararlananlar arasında Leyla Zana da vardır. Bu yara, Leyla'nın bir nevi rüştünü ispatının delili olur. 1991'deki seçimler için HEP-SHP ittifakında milletvekili adayı gösterilir. Diyarbakır'dan 45 bin oy alarak Meclis'e girer. Aday olduğunu, eşi Mehdi Zana daha sonra öğrenecektir. Mehdi Zana, SHP'ye karşı olduğu için böyle bir ittifakta eşinin yer almasını önce istemez; ancak tablo kısa sürede değişir. Nitekim PKK'nın üzerlerinde etkin olduğu 11 milletvekili için yemin öncesi başlayan hazırlığın organizatörü Mehdi Zana olacaktır. Ümit Fırat, pek bilinmeyen bu ayrıntıyı küçük bir anekdotla anlatıyor: “Mehdi, seçimdeki kampanyalarda Leyla'nın yanında yer almadığım için bana kızgındı. Ama seçim olmuş, vekiller seçilmişlerdi. Mehdi Zana da yemin öncesi hazırlık yapıyordu ve bunun için İstanbul'a geldi. Yemin töreninde milletvekillerinin takması için sarı-kırmızı-yeşil kravat yaptıracaktı. Leyla için de aynı renklerden fular. Tekstilcilerle görüştü ve işini halledip Ankara'ya döndü. Sonra Leyla yemin ederken onu taktı.”

Dışarıdan ortaokul ve lise diploması alan Leyla Zana, Meclis'e giren ilk Kürt kadın milletvekili olur. Yemin töreninde Kürtçe yemin edişiyle gündeme oturur, ardından 3 arkadaşıyla birlikte hapis cezasına çarptırılıp ikinci kez cezaevine girer. 1993'te tutuklanan Zana 2004'te serbest kalır. Türkiye DEP'lilerin yargılanma usulünden dolayı Avrupa'dan yoğun siyasi baskıya maruz kalır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 2002'de DEP'lilerin adil yargılanmadığını öne sürüp bu yönde bir karar çıkartır. Ancak Türkiye bu kararı iç hukuk gereği bağlayıcı bulmaz. Sağlık durumundan dolayı 2000 yılında Avrupa'dan gelen baskı üzerine Zana'nın tahliyesi gündeme gelir. Ancak Leyla Zana bunu “Başka tutuklular daha zor şartlarda tutuklu bulunurken benim böyle bir isteğim olamaz” diyerek tahliye önerisini kabul etmez.

KOCASINDAN DAHA HIZLI ÇIKTI

Leyla Zana, kocasının çok da benimsemediği PKK çizgisini, kendisine daha yakın bulur. Kürtçülük eşittir PKK'dır ona göre. Bu durum onun söylemine de hep yansır. Milletvekili seçildiğinde Sabah gazetesinden Nuriye Akman'a konuşan Leyla Zana, “Sizi tanımayanlara Leyla Zana'yı nasıl anlatırsınız?” sorusuna, “Kendime önce insan, sonra Kürt olarak bakıyorum” cevabını verir. “Kendinizi Türk hissetmiyor musunuz?” sorusuna da şöyle cevaplar: “Hayır, kesinlikle. Türkçeyi 1984'te cezaevi kapılarında öğrendim. Ben sonuna kadar Kürt'üm. Anam tek kelime Türkçe bilmiyor. Sen kendini Kürt olarak hissedemiyorsan, ben de öyle, Türk hissetmiyorum. Ama Türk halkına da sıcak bakıyorum. Hepimiz insanız. Ama bugün zor şartlar altında, cop altında olan bizleriz.”

Ailenin yakın dostu Ümit Fırat burada bir düzeltme yapıyor ve Leyla Zana'nın son zamanlarda yeniden diline doladığı “Türkçeyi cezaevinde öğrendim” sözünün doğru olmadığını söylüyor: “Leyla Türkçeyi biliyordu. Mehdi ile evlenirken de biliyordu. Ancak cezaevine ziyarete giderken veya orada kalırken Türkçesini geliştirmiştir. Biz kendisiyle Türkçe konuşuyorduk.”

aktıf haber alıntı.